Toplumsal cinsiyet eşitliği konusundaki çabalarıyla tanınan iş insanı Murat Yeşildere, ilk kitabı “Eyvah CEO Doğuruyor”u yayınladı. Eğitimden iş hayatına, sanattan politikaya kadınların üstlendikleri rollere dair yazılar ve güncel araştırma verilerin yer aldığı Kitap, eşitlik savunucusu bir erkeğin gözlerinden toplumsal cinsiyet eşitliğini sorguluyor

 

“Eyvah CEO Doğuruyor”un kapağındaki “M. Yeşildere” şeklindeki imzanız beni geçmişe götürdü. Tarihte kadın yazarların cinsiyetini saklayan imzasına yaptığınız bu göndermeyle başlayalım mı?

Kadın yazarların kendi isimleriyle yazmaya “cüret etmesi” diyeyim, maalesef ki çok uzun zaman alıyor. Ki bahsettiğiniz gibi, “Harry Potter” da son 10-15 seneyi konuşuyoruz, onda bile yazarın ismini “J. K. Rowling” şeklinde koymasını istiyorlar. Bir kadının yazdığı anlaşılırsa “Eser hak ettiği karşılığı bulamayacak” noktasındalar. Enteresan olan, çeşitlilik konusunda farkındalık artmaya başlayınca kadın yazarlara olan talep de arttı ve dünyada birçok erkeğin ismini böyle kullanmaya başladığı bir döneme geldik. Dolayısıyla erkek olduğunu tam olarak ifade etmeden yazmaya çalışanlar var, ben de espri olsun diye imzayı böyle attım.

 

Kitapta öne çıkanlardan biri “bilinçsiz önyargılar.” Bu konuda “Adları özgeçmişlerde olmasa kadınların şansı artar mı?” diye soruyorsunuz.

70’lerin sonuna kadar dünyanın her yerinde filarmoni orkestralarında neredeyse münhasıran erkek müzisyenler performans gösteriyor, hiç kadın yok. Temel sebebi şu: Orkestraya seçim yapılırken, sahneye gelen kadın müzisyen gördüğü anda jüri çarpılıyor. Niye, çünkü; “Kadından müzisyen olmaz” diye bir bilinçsiz önyargı yerleşmiş. 8o’lerde Boston’da, “Her şeyi denedik, değiştiremiyoruz bunu” diyorlar. Ve “Öne bir perde koyalım, müzisyenler arkasında performans göstersinler, kimin çaldığı belli olmasın.” Bir gecede yüzde 50 artıyor seçilen kadın müzisyen sayısı. Çünkü; adayı görmeyince beyni çalan müziğe odaklanmaya başlıyor ve “İyi mi kötü mü; performansın değerliği nasıl?”ın üzerinden değerlendirme yapıyor. Daha sonra “Kadınlar kulisten perdenin arkasına gelirken topuklu ayakkabılarını çıkarsınlar, çünkü; bu sefer jüri topuk sesini duyduğunda ‘Kadın geliyor’ diyor, gene çarpılıyor.” Toplumsal cinsiyet eşitliğini konuştuğumuzda, üç tane başlık var. En dıştaki, nispeten en kolay olan kısım; çeşitlik. Niye kolay, çünkü; bu odayı düşündüğünüzde, kapıda birimiz durup “Bu odada kadın-erkek eşit olacak” veya “Bu odada milliyetler anlamında eşit bir yapı kuracağız,” dediğimizde, doğru disiplin uygulayabildiğimiz sürece içerdeki kurguyu sağlayabiliriz. Bunu dahi yapamıyoruz dünyada, Türkiye’de hiç yapamıyoruz. Bu zor değil, sadece kapıda durup kafaları saymaya bağlı. Dolayısıyla çeşitlilik, en kolay kısmı. İkinci kısım; çeşitliği sağladıktan sonra içerdeki insanları -iş hayatıysa iş hayatı, siyasetse siyaset- oyuna dahil edebiliyor muyuz, yan kapsayıcı olabiliyor muyuz? Bu daha zor.

 

Ve üçüncüsü…

Üçüncü ve en zor kısım da bilinçsiz önyargı. Çünkü bu insanlann kafasında değişmiyor. İnsanlar sizi kendi koydukları bir çerçeveyle tanımlıyorlar. Onunla tanımlamaya başladıklarında düşünmeden verdikleri kararlar devreye giriyor. O kararların çoğunda da Amigdala tetiklenerek, korku mekanizmasıyla “Ben bunu yiyebilir miyim, yenebilir miyim?” ile beyni cevap vermeye başlıyor. En önemli dezavantajlarımızdan biri şu: Kendimize benzeyen insanlarla olmaktan mutlu oluyoruz. Dolayısıyla, eğer erkeklerin oluşturduğu bir karar mekanizması varsa; bir orkestra; iş dünyası; yönetim kurulu varsa o zaman oraya erkeklerin Doğuruyor! gelme olasılığı artıyor.

 

Kitabınızda “Okumayı çok sevenlerdenim” diyor, tür ayrımı yapmadığınızı belirtiyorsunuz. Biraz okuduklarınızdan da konuşalım mı?

Son 4-5 senedir Murakami’ye merak sardım. Ve hâlâ yolun ortalarındayım, yan okuyacağım daha çok kitabı var. Ben çok etkiledi. Benim yaptığım işte de, bizim neslimizde de o sonuç odaklılık ve tatmin çok kritik bir unsur. Biz o son kareyi, giriş-gelişme-sonuç’taki sonuç karesini gördüğümüzde “oh” diyoruz. Murakami’de onun olmaması ilk kitapta ben inanılmaz rahatsız etti. Hatta ikinci kitabını okuyup okumamak konusunda direndim, ondan sonra akmaya başladı. Bana şunu verdi: Hayat bize bir pencere sunuyor; o pencereye bir yerden giriyorsunuz ve bir yerden çıkıyorsunuz. Final yok! Orada olduğunuz zamanda keyfi, mutluluğu, öğrenmeyi yaşıyorsunuz ve çıkıp bambaşka bir şeye doğru devam ediyorsunuz.

 

Sırada nasıl bir kitap var?

Öncelikle bir kitap daha yazmayı gerçekten çok istiyorum; fikri dahi beni heyecanlandırıyor. İlk kitabım “Eyvah CEO Doğuruyor!”da olabildiğince farkındalığı arttırmak adına çeşitlilik, kapsayıcılık, bilinçsiz önyargılar, kadın-erkek eşitliği gibi kavramların etrafında, verileri de aktararak yaşanmış hikâyeleri paylaştım. Şu anda tasarladığım, daha fazla insanları merkeze alarak bir çalışma yapmak. Toplumun, hayatın farklı alanlarından insanların ilgi çekici ve ders ya da ilham alıcı hikâyelerini detaylandırarak yazmak istiyorum. Bu plan, benim liderliğin hayatın her alanından tek bir tanımı olduğu iddiamla da örtüşüyor. Kitabım ana teması yine toplumsal cinsiyet eşitliği etrafında da olabilir.