“Ben Mele Bir Canavarım” Mirko Tattarini

“Ben Mele Bir Canavarım” Mirko Tattarini

Dünyanın birçok yerinde projeler yürüten Mirko Tattarini ile Floransa’da başlayan Gaziantep’te devam eden tasarım öyküsünü konuştuk.

Öncelikle sizi tanıyabilir miyiz?

İtalya’nın Güney Toskana bölgesinde, vizyoner ve anarşik insanların anavatanı olduğu söylenen, kapalı bir bölge olan Amiata dağında doğdum büyüdüm. İtalya, Floransa’da ISIA Üniversitesinde Stratejik Tasarım Bölümü öğretim üyesi, ayrıca Floransa’da ana merkezi bulunan MRK Tasarım Stüdyolarının kurucusu ve direktörüyüm. Aynı zamanda Gaziantep Getham Tasarım Merkezi’nin geçici Sanat Direktörlüğü’nü yapıyorum. Tasarım ile ilgili her şeyle uğraşıyorum. Animasyon, video, marka tasarımından tutun da mobilya, iç mimari, mimari, hatta motosiklet, mücevher, uzun metrajlı filmler, paket, etiket, yazılar, metinler__

Tasarım ve tasarımcı hikayeniz nasıl başladı?

Neredeyse 18 yaşına kadar, kayak sporunda Alp Disiplini Milli Sporcusu olarak geleceğimi bir sporcu olarak görüyordum. Sonra geçirdiğim bir motosiklet kazası nedeniyle, iyileşme sürecim bir seneden uzun sürünce, profesyonel kayak sporcusu olma durumum maalesef sona erdi. Çocukluğumdan beri resim yapma ve bir şeyleri birleştirerek yepyeni bir şey yaratma kabiliyetimi göz önünde bulundurarak, ISIA Üniversitesinde kendimi tasarıma vermeye karar verdim. Üniversitenin giriş ve yetenek sınavına hazırlanmak için, özel tasarımın sırrını çözmek için, Sacco koltuk tasarımcılarından Francesco Teodoro’nun kapısını çaldım. Kendisi kibar bir şekilde sorularıma cevap verdi, ardından beni bir akşam yemeğine davet etti. Akşam yemeğinde kendimi bir anda Achille Castiglioni ile yan yana otururken buldum. ISlA’ya kabul edildim, mezun oldum, sonrasında üniversitede öğretim üyesi oldum.

Gerçek tasarım sizce nedir?

Tasarım aslen davranışlarla ilgilidir. Yeni davranışların, alışkanlıkların geliştiği yerde onlara uygun yeni tasarımlar elde edilir. Tasarımın yeni davranışları yarattığı o an ise “gerçek” bir andır. Yeni ürünler şekil, spekülasyon ve sadece göze hitap eden unsurlar nedeniyle ortaya çıkıyor ise orada bir tasarımın olduğunu söyleyemeyiz. O tarz durumlardan, ben tasarım sürecinin içinde olan biri olarak utandığımı söyleyebilirim. Günümüzdeki sorun “görünürlük”tür. Görünen o ki, tasarım sisteminin bir parçası olan “görünürlük, tanınmışlık” günümüz tasarımcıları ve genç tasarımcıların takıntılı olduğu bir durum haline gelmiştir. Bu takıntı tasarımcıların, her tip değeri, özgünlüğü ve sosyal amacı feda eden bir hale gelmesine sebep olmuştur. Birçok kez burada Türkiye’de genç yaşlı fark etmez, her yaşta tasarımcıların, eşsiz kendine özgü tasarım yapma arzusunda olduğunu duydum. Çok saçma hem de çok! Öncelikle biz tasarımcılar iyi şeyleryapmalıyız, iyi şeyler yapmayı amaçlamalıyız, o zaman belki hayatımızda bir kez eşsiz bir şey tasarlayacak, keşfedecek durumda olacağız, belki de hiç olamayacağız!

Etkilendiğiniz ya da beğendiğiniz tasarımcılar kimlerdir?

Büyük ihtimalle benim ana referans noktam Ico Parisi’dir. Hiçbir akımın altında kalmayan, özgün, sıra dışı bir usta olan Parisi’nin ünü aslında eserlerinin yanında az kalır. Achille Castiglioni’den de bahsetmeden geçemem, Castiglioni günlük objelerin parça ve elementlerini tekrar yorumlayarak bir şaheser haline getirebiliyor, olağanüstü sofistike, kompeks bir birleşimi inanılmaz bir şekilde basit hale getirebiliyor ve ondan gerçek anlamda bir üstün eser yaratabiliyordu. Charlotte Perriand biröncüdür, Le Corbusierile çalıştığı için yanlış ve eksik bilinir oysa ki kendisi cesur bir tasarımcı tek başına bir “yıldız”dır. Charles ve Ray Eames veya Corradino d’Ascanio Vespa tasarımını bize hediye ederek bir çok hayata dokunmuş ve değiştirmiştir. Az kalsın Jean Prouvee ve Enzo Mari’yi unutuyordum. Onlar agresif, atak, girişken militan tasarımın kuramcılarıydı. Günümüzün can sıkıcı politik zamanlarında Enzo Mari’den bir alıntı yapmak isterim: “tasarım bir savaş halidir, gerçekle asla ateşkes yapmaz.”

Birçok ülkede çalışmalar yapıyorsunuz? Bize bahseder misiniz?

Ana akım tasarımcısı olmak ve o alanda ilerlemektense, yepyeni alanları keşfetmeye karar verdiğimi düşünüyorum. Böylece kendimi dünyayı gezen, farklı atmosfer, çevre, koşullar, kültürler içinde keşif yapan biri olarak buldum. Bu gerçekten muhteşem bir şey. Her yerde, her koşul ve zamanda bir çok şey öğrendim ve öğrenmeye devam ediyorum. Evden, anavatandan uzak bir yerlerde oranın koşulları ile çalışmak, ruhunda bilmediğin yerleri keşfetmene neden oluyor. Farklı bir insan haline geliyorsun, sen yine sensin ama farklı bir şekilde. Çünkü gittiğim her yerde, tasarım macerasına atıldığım her yerde o bölgenin bir parçası haline geliyorum, derinlere dalmam gerekiyor. Balkanlar, Asya veya Afrika gibi yerlerde tasarım yapabilmem için bir kısmımın Balkan, Asyalı veya Afrikalı olması gerekiyor. Eğer Güney Doğu Anadolu’da tasarım yapacaksam, içimde bir parçamın Anadolulu olması gerekiyor. O zaman ben sonsuza dek bir İtalyan tasarımcı olarak, DNA’mda biraz Antepli, biraz Sırp, biraz Bulgar, biraz Japon, biraz Suriyeli, Çinli, Fransız, Amerikan, Katarlı, Capoverdeli ve bir çoğu var artık. Ben melez bir canavarım! Gelecekte Türkiye ile ilişkilerimin devam etmesi için bazı fikirlerim de var. Ama hala hepsi bir sır, başka bir zaman sorulduğunda söyleyeceğim.

Türkiye serüveniniz nasıl başladı?

Aslında, 2004 yılında motosikletimle Türkiye’yi gezmiştim. İzmir’den, güney sahillerine ardından Kapadokya sonrasında Güneydoğu’ya, Urfa, Mardin, Hasankeyf, Diyarbakır, Batman ve İran sınırına kadargitmiştim. 2016 yılında GETHAM projesinin bir parçası olmam ile ilgili bir teklif aldım. Bu teklifi kabul edip Antep’e bir tasarım merkezi kurulmasında yardım etmeye kararverdim.

Gaziantep’te GETHAM Tasarım Merkezi’ndeki çalışmalarınızdan bahseder misiniz?

İçinde bulduğum çevre ve koşullar, ileri derece kompleks bir çevre… Öyle bir çevre ki, aslında tüm çevreler bu şekildedir, kendi içinde tüm durumlarkarşıtları ile kendini ortaya koyuyor, tanımlıyor. Geçmiş ve gelecek arasındaki zıtlık, inanılmaz fevkalade bir miras gelecek ile doğru bağları kuramıyor. Sanayi ile sanatkarlık arasındaki karşıtlık, nadiren ortak bir alanda buluşabiliyor. Oranın yerlileri ve göçmenleri arasında farklılık… Zenginleri ve fakirleri arasındaki farklılık… Enzo Mari’ye geri dönüp, onun beyanatına bakarsak “Tasarım, olan şeylerin durumunu kabullenmek değildir tam tersine gerçeği saptıran her şey ile savaşarak ideolojinin ışığı altında daha iyi bir toplum yaratmak için çaba göstermektir” der. GETHAM projesi nadir, eşsiz bir proje, umut ediyorum ki uluslararası projelerin içinde birdönüm noktası olacak, çünkü tasarım zihniyetini bu projenin yöneticilerine aşılamaya çalıştık. Antep çok farklı bir şehir, Anadolu fakat içinde Ortadoğu tadı taşıyor. Sanayileşmiş, fakat hala çarşısı hareketli, sadece turistik amaçlı hareket değil bu… Bir tasarım merkezine ev sahibi olmak demek devamlı tasarım üretmekdemek. Şimdi orada arkadaşlarım var ve böylece kendimi evde hissettiğim yerlerden biri oldu. Vatandaşların şehir merkezi dediği yer…

Artemis Halı ile birlikte gerçekleştirdiğiniz Haritalar isimli çalışma hakkında bilgi alabilir miyiz? İlk defa mı halı tasarladınız?

Birinci, ikinci veya 999’ıncı kez benim için bir şey ifade etmiyor. Tasarım bir metadoloji – yöntembilimdir, yöntemdir, bu yöntem iyi birşekilde kullanıldığında, bütün sektörve temalara uygulanabilir. Bir tasarımcının belirli bir alanda çalışmasının, sadece o alanın uzmanı olmasının kendisine bir değer katmayıp tam tersine açık bir şekilde sınırladığına inanan biriyim. Tasarım yapan kişinin, farklı sosyal alanlara, çevrelere, teknolojilere ve pazarlara girebilmesi ve kullanıcı odaklı çözümler üretebiliyor olması gerekir. Tasarım artık sadece, “yaratıcı olanların” endüstriye kendi sanatlarını taşıması değildir. Tasarım artık günümüzde, stratejik bir disiplin olup, tasarımcıların toplum ve kurumlar, şirketler için doğru şeyleri ürettikleri bir alandır. Üretilen ürünlerin pazarda başarılı olması gerekir çünkü iyi bir şey yapıp, dünyayı daha iyi hale getirecek bir amaca hizmet etmeyi hedefliyorsanız, ürettiğiniz ürünün müşterilere dokunmaması, o ürünün etkisinin sıfır olduğunu gösterir. Bu sebeple, ürünün satışının başarılı olmasını arzu ederim, etik değerlerin desteklediği satış potansiyeli olan ürünleri tasarlamak için çaba gösteririm. Diğer türlüsünün benim için bir anlamı yoktur.

TASARLAMIŞ OLDUĞUNUZ İKİ HALININ ÖYKÜSÜ NEDİR?

“Bir halıyı dokumak bir mesaj(dokumaktır) vermektir” demişti Faslı sosyolog Fatema Merniss Caravan adlı kitabında… Çölden internete… Bir adım geri giderek devam etmek istiyorum. Anadolu’da halılar, tek başına olmamakla beraber, her zaman hikayelerde olmuştur. Ekseriya özel hikayelerde, çoğunlukla onları dokuyan kadınların hayalleri, korkuları ve isteklerini anlatırbizlere. Eğerhalılar dokuma hikayeleri ise benim ana amacım, “yerli” bir iletişim dili oluşturmak. Objeler ve oranın yerlileri arasında bir iletişim, ayrıca yerlilerin kendi içlerinde bu objelerin harekete geçirdiği bir iletişim. Bir kaç tasarım dünya zaman çizelgesini anlatıyor, bazı motifler geleneksel Güneydoğu Anadolu motifleri, bazıları aynı stilin modern izlerle harmanlanmış hali. Bu insan biçimli motifler kuzeyi göstererek, güney bölgeden başlayan göçün baskısını sembolize ediyor. Daha soyutsal motifler ise tam zıddını yani kuzeyden güneye göç edenlere gösterilen direnç ve muhalefeti anlatıyor. Diğer bir tasarım ise, yeniden düzenlenmiş Kilis mülteci kampını aynı motif sistemi ile anlatıyor. Burada en çok sevdiğim şey, birinin çocuklarına bu halılar üzerinden göstererek dünyada neler olduğunu izah etmesi, aynı zamanda bu çocuklara daha iyi bir insan olarak büyüyüp özgür düşünceli, topluma katkısı olan kişiler haline gelmesi için imkan vermesi… Sizin de bildiğiniz gibi, dünyada her yerde, günümüzde ve gelecekte “göç” son derece önemli sorunlardan biri olarak karşımızda.. Ama Antep’te buna dokunabiliyorsunuz, düşünmeden edemiyorsunuz, bu bakış açısı ile hareket etmeye çalışıyorsunuz.