MEHMET SİNAN KURAN ‘HIÇBIR YER’ DE
Altı yıllık bir serüvenin, bir sergi üçlemesinin son ayağı olan ‘Hiçbir Yer’ ile karşımıza çıkıyor Mehmet Sinan Kuran. Kendisi için inşa ettiği alternatif bir dünya, ‘Hiçbir Yer’… Anna Laudel Galeri’deki sergide tam 167 eser var. Sergi 4 Aralık’a kadar izlenebilir.
Sanatçı kimliğine 45 yaşından sonra büründünüz. Bunun hikayesini anlatır mısınız?
Benimle bu söyleşiyi yaptığınız için çok teşekkür ederim. 45 yaşıma kadar para kazanabilmek için bir sürü farklı işlerde çalıştım. Değişik bir hayatım oldu. Taksi şoförlüğü de yaptım, güvenlik ürünleri ithal ettiğim firmam da oldu, garsonluk da yaptım, temizlik işçiliği de, en son kendime bir iş icat ettim. Minik bir scooter ile 7/24 puro, içki dağıtıyordum. İşim genellikle restoranlar, barlar ve otellerleydi. Sonra bundan 13 sene önce bir hanımefendiyle tanıştım. Bana benim gibi resim yapabilen birinin başka işlerle uğraşmasının abesle iştigal olduğunu, benim sürekli resim yapmam gerektiğini söyledi. İnandım. Denedik, tuttu. 13 senedir sürekli resim yapıyorum. Aslında üç, dört yaşından beri hemen her gün resim yapıyorum ama hep kendime yaptım. Kimseyle paylaşmadım. Defterim, kalemim hep yanımdaydı.
Farklı disiplinlerde ortaya çıkardığınız işler var. Biraz malzeme seçiminden, çalışma sürecinizden ve ortaya çıkan işlerden bahseder misiniz?
Beş, altı sergi yaptıktan sonra sadece resim yapmak yetmemeye başladı. Rüyalarımı paylaşıyorum sizlerle. Ve biraz fazla renkli, fazla zengin rüyalarım. Farklı biçimlerde de anlatmak istedim. Hiç bir metoda bağlı değilim. O an içimden ne geliyorsa, anlatmak istediğim şeyi nasıl biçimlendirmek istiyorsam öyle yaptım. Atılmış parçalardan, eskicilerden topladıklarımdan, zaman içinde aldığım oyuncaklardan, kısaca her şeyden yararlandım. Onları bir araya getiriyorum. İkonalar, dolaplar, camekanlar yapıyorum. Böyle düşünmeye başladıktan sonra, başka insanlarla birlikte üretmenin büyüsüne kapıldım. Genellikle genç sanatçılarla birlikte çalışıyorum. Cam üflüyorlar, nakış yapıyorlar, ahşap yontuyorlar, sulu boya, yağlı boya, demir işçiliği, pleksi baskı, porselen, epoksi derken bambaşka bir alemde buldum kendimi. Şu an sergi için yaklaşık 40 kişi çalışıyor. Toplanıyor, tartışıyor, gülüyor, eğleniyor ve sürekli üretiyoruz. Benim gibi düşünmenin farklı ifade biçimlerini izlemek beni büyülüyor. Bu sergide 167 eser var. Eğleneceğiz.
Özellikle çocuklarla interaktif sanat projelerinde yer alıyorsunuz. Bu projeleri tercih etme nedeniniz nedir?
Çünkü anlaşabiliyorum. Kirlenmemişler, kafaları karışık değil. Netler. Saflar. Okula başladıktan sonra yavaş yavaş başka bir şeye dönüşüyorlar. Ciddileşiyorlar. Saçmalamaktan çekiniyorlar. Oysa o kadar büyük bir ihtiyaç ki saçmalayabilmek. Çevrenize bakın. Bir sürü ciddi, asık suratlı insan konuşuyor, konuşuyor, konuşuyor. Dünya hızla kötüye gidiyor. Bu ciddi insanlar harika okullarda okudular. Hepsi müthiş donanımlı. Kimi büyük şirketlerin başında, kimi ülke yönetiyor. Ama dünya hızla kirleniyor. Demek ki seçilen yol yanlış. Kişisel başarılara odaklanmış herkes. Bireyler, aileler, şirketler, ülkeler. Herkes kendi çıkarlarını düşünüyor. Oysa birlikte üretmeli, birlikte tüketmeli ve birlikteliğimizden zevk almalıyız. Beş kişilik bir aileyle sekiz milyarlık bir gezegen aynı şey. Değişen tek şey rakamlar. Biz bir aileyiz. Tüm farklılıkları unutup el ele vermeliyiz. Çocuklar zaten böyle. Onlara mümkün olduğu kadar bunu unutturmamaya çalışıyorum.
Pandemi, sanat dünyasında size göre neleri değiştirdi? Sanatın tanımı, üretimi, hayatımızdaki yeri farklılaştı mı? Sanatçılar için ne gibi değişiklikler getirdi?
Farklılaştı ve farklılaşmalıydı zaten. Topyekün yanlıştı. Piramidin en tepesinde sanatçının olması gerekirken, en üstte koleksiyoner var. Sanatçı üretiyor. O eser koleksiyonere gidene kadar bir sürü yerden geçiyor. Galerici, kürator, sanat tarihçi, dealer, danışman, müze müdürü, eleştirmen herkes pay kapma derdinde. Bana tamamen ters. Sevmedim bu sistemi. Mantığıma ters. Sanatla halkın arası gitgide açılmış. Nietzsche’nin bir saptaması var. İki temel sorunu vardı insanlığın; adaletsizlik ve anlamsızlık. Birincisi için hukuğu bulduk, ikincisi için sanatı. İnsanlar hukuğa ulaşamadılar, sanat da insana ulaşamadı. Ben kendimce bunu değiştirmeye çalışıyorum.
Pandemi dönemini nasıl geçirdiniz?
Sevgilim, sekiz köpeğim, bahçem, bahçedeki stüdyom nefisti. Bitsin istemedim. Sonra dedim ki, sen zaten böyle yaşıyorsun. Benim hayatım pandemi. Tek üzüldüğüm şey sevgilim çalıştığı için gün içinde mecburen ayrılıyoruz. Pandemi bence müthiş iyi oldu. İnsanlarda farkındalık arttı. Arttı derken birden patlama olmadı tabii. Atıyorum; yüzde 15’ti, yüzde 17 oldu ama başka türlü yaşamanın da mümkün olduğunu fark ettiler. Müthiş bir keyifle izliyorum.
Anna Laudel Galeri’deki güncel serginizle ve buradaki işlerinizle ilgili bilgi verir misiniz?
‘Hiçbir Yer’ bir üçlemenin son sergisi. İlki ‘Introvert’di. Kolektif çalışanın ilk sergisi, Pg Galeri’de yapmıştık. Ziyaretçiler zihnimin işleyişine tanık oldular. Sonra alt kata inip stüdyomu ziyaret ettiler ve sohbet ettik. Nefis bir sergiydi. İkinci sergiyi Anna Laudel’de yaptık: ‘Posthumous’. Nietzsche’nin yaşam evreleri teorisi. Deve, aslan ve çocuk. Yaşamımdı konu. Deve gençliği, aslan orta yaşı, çocuk yaşlılığı temsil ediyor. Ben sonuna bir de ölümü kattım. Yani ölümümü. Çocukluk bende altı, yedi yaşları çağrıştırıyor. O yaştaki bedenime dönüp öldüm. Serginin son eseri benim orman ortasındaki lahitimdi. Üçüncü ve son sergi: ‘Hiçbir Yer’. Öldükten sonra gittiğim yeri tanıtacağım size. İnsanların ulaşamadığı, bilmedikleri… Aslında öldükten sonra gittiğim demem yanlış. Ben istediğim zaman oraya gidiyorum zaten. Özellikle resim yaparken. Orası benim kendime inşa ettiğim alternatif dünya. Bildiğimiz dünyanın genel geçer kurallarının işlemediği…
Bu serginizden sonra sizi nerede göreceğiz, hangi projelerde yer alacaksınız?
Assos’ta görebilirsiniz mesela. Ya da otobanda yanınızdan geçebilirim motorumla 250 km ile giderken. Çünkü uzun zaman dinleneceğim. Altı senelik bir maratondu bu ve 4 Aralık’ta bitecek. En önemli işime ağırlık vermek istiyorum biraz. Hiçbir şey yapmamak. Tembel tembel bahçedeki hamağımda yatmak istiyorum. En büyük derdim akşam ne yiyeceğim olsun istiyorum. Ama böyle geniş geniş konuştuğuma bakmayın. Alıştım bir kere bu festival havasına. Ne kadar uzak durabilirim bilmiyorum. Maks üç, beş ay. Her serginin sonunda bir sonraki eserin ve sergi manifestosunun ipucu var. Sergiye gelenlere ima edebilirim. Dikkatli gözlerden zaten kaçmaz. Kim bilir belki de bundan sonraki sergimi gezmek için evden çıkmanız gerekmez. Bana bu imkanı verdiğiniz için size çok teşekkür ederim.