‘‘Dünyayı Anlama ve Yorumlama Biçimim Sanattan Geçiyor” MELİSA SABANCI TAPAN

‘‘Dünyayı Anlama ve Yorumlama Biçimim Sanattan Geçiyor” MELİSA SABANCI TAPAN

Sanatın içine doğmuş, sanatla büyümüş Melisa Sabancı Tapan’ın büyüdükten sonra da sanatla ilgili çalışmalar yapması şaşırtıcı değil… Tapan’ın 2019 yılında kurduğu disiplinler arası bir sanat platformu olan Gate 27, İstanbul ve Ayvalık’taki yerleşkeleriyle sanatçı ve yaratıcı profesyoneller için yeni fikirlerin geliştirildiği, iş birliklerin güçlendiği, süreç odaklı üretimin desteklendiği bir alan sunuyor.

Röportaj LEYLA MELEK

Sanatla ilginiz ne zaman ve nasıl başladı?

Sanat benim için hiçbir zaman dışarıdan göz­lemlediğim bir olgu olmadı; aksine, içinde büyüdüğüm, doğal bir parçam haline gelen bir dünya oldu. Sergilere gitmek, müzelerde vakit geçirmek, sanatçıların üretim süreçlerine tanıklık etmek benim için günlük hayatın bir parçasıydı. Bu nedenle sanatın sanat olduğunu anlamam, ayrıştırmam zaman aldı. Küçük yaşlardan itibaren ailemin, özellikle de dedem Sakıp Sabancı’nın sanata olan sevgisi ve sanatın gücüne olan inan­cı benim de sanatla olan bağımı şekillendirdi. Sanatın yalnız­ca estetik bir ifade biçimi olmadığını, toplumsal değişimin, kültürel aktarımın ve yaratıcı düşüncenin temel taşı olduğu­nu erken yaşta fark ettim. Sanatla ilişkim zaman içinde daha bilinçli bir noktaya evrildi; dünyayı anlama ve yorumlama biçimimi şekillendiren en güçlü araçlardan biri oldu.

 

 

İngiltere ve Amerika’da işletme, psikoloji ve ekonomik ve siyasal kalkınma alanlarında eğitim gördünüz. Gate 27’yi kurmaya nasıl karar verdiniz?

Eğitim hayatım boyunca farklı disiplinlerin nasıl iç içe geçtiğini ve birbirini nasıl besleyebildiğini gözlemleme fırsatım oldu. İngiltere ve Amerika’da ekonomi, finans, psikoloji ve kalkınma üzerine aldığım eğitimler, bana sürdürülebilir kalkınmanın sadece ekonomik gösterge­lerle ölçülemeyeceğini, kültürel ve toplumsal dönüşümle desteklenmesi gerektiğini öğretti.

Bu farkındalık beni, disiplinler arası bir platform kur­ma fikrine yönlendirdi. Hiyerarşik yapıları yıkan, kolektif ve disiplinler arası bir ekosistem oluşturmak için büyük bir istek yarattı. Gate 27 işte tam da bu fikirden doğdu. 2019 yılında kurduğumuz bu platform, sanatçılar ve yara­tıcı profesyoneller için yeni fikirlerin geliştiği, iş birlikle­rinin güçlendiği, süreç odaklı üretimin desteklendiği bir alan sunuyor.

Gate 27’nin faaliyetlerinden bahseder misiniz? Konuk Sanatçı Programı’yla ilgili de bilgi alabilir miyiz sizden?

Gate 27, sanatçılar, akademisyenler, araştırmacılar ve yaratıcı profesyoneller için özgün bir üretim ve paylaşım alanı sunan, sürdürülebilir projeleri teşvik eden değer odaklı bir platform.

Konuk Sanatçı Programı, Gate 27’nin merkezinde yer alıyor. Konuklarımız için disiplinler arası üretimi teşvik eden, farklı coğrafya­lardan gelen yaratıcı bireylerin bir araya geldiği bir alan yaratıyoruz. Başvurular, toplumsal dönüşüm, sürdürülebilirlik ve yaratıcı üretim odaklı projeler üretme potansiyelle­rine göre titizlikle değerlendiriliyor.

Gate 27’nin İstanbul ve Ayvalık olmak üzere iki farklı yerleşkesi var. İstanbul’daki mekânımız dinamik, uluslararası etkileşime açık bir alan sunarken, Ayvalık’taki yerleşkemiz ise doğayla iç içe, sanatçılara inzivaya çekilip üretim yapabilecekleri bir ortam sağlıyor. Konuklarımızı ihtiyaçlarına göre İstanbul ve Ayvalık’taki yerleşkelerimizde ağırlayarak, onların yaratıcı süreçlerini derinleştirmelerine, farklı disiplinlerle etkileşim kurmalarına ve uluslararası arenada seslerini duyurmalarına olanak tanıyoruz.

Gate 27’ye İstanbul’da ev sahipliği yapan binanın da hika­yesini anlatır mısınız bize?

İstanbul’daki mekânımız, ailemin kültürel mirasını taşıyan ve aynı zamanda modern bir sanat alanı olarak yeni­den hayat bulan özel bir yapı. Bu yapı, 2000’li yılların başında David Chipperfield’ın dokunuşuyla yeniden şekillendi. Tarihi kimliğine ve ruhuna sadık kalınarak, çağdaş sanat ve yaratıcılığı destekleyecek şekilde tasar­landı. Hem geçmişi koruyan hem de geleceğe dönük projelere ev sahipliği yapan bir alan olması için titizlikle dönüştürüldü. Gate 27’nin misyonuna uygun olarak, sadece konuklarına alan sunan bir yer değil, yeni fikirle­rin doğmasına ilham veren bir merkez haline geldi. Bu dokunuş, manevi değerlerimize olan bağlılığımızın ve kaynaklarımızı en etkili şekilde değerlendirme ilkemizin somut bir örneği.

Şu anda desteklediğiniz sanatçı Aşkın Ercan kimdir ve programa neden dahil etmeye karar verdiniz?

Aşkın Ercan, özellikle su ve çevre temalı çalışmalarıyla öne çıkan, yenilikçi perspektife sahip, özel bir sanatçı. Eserlerinde, suyun döngüselliğini ve doğayla uyumlu üretim modellerini sorguluyor. Gate 27‘deki sürecinde de suyun kültürel, ekolojik ve sosyal anlamlarını keşfetmeye yönelik araştırmalar gerçekleştirecek.

Onun çalışmalarını suyun ve suyun yönetiminin/dağıtımının medeniyetin gelişimindeki rolü ile değerlendirmek gerekiyor. Roma İmparatorluğu’nu bu kadar büyük hale getiren faktörlerden bir tanesi suyun toplanması ve uzak me­safelere dağıtılarak içme suyu ve tarım faaliyetleri için kullanılmasını sağlayabilmekti. Bugün de mede­niyeti güçlendiren ve insanlığı bir arada tutan dinamiklerin değiştiğini görüyoruz. Temiz su, iklim değişimi ve çeşitli politik gelişmeler nedeniy­le her zamankinden daha önemli olacak. Ercan’ın projesi yaşamın merkezinde bu denli önemli bir elementin geleceğimizi tekrar nasıl şekillendi­rebileceğine dair düşünme alanı açtı. Heraklites’in “Aynı nehirde iki kez yıkanılmaz” sözü suyun akışkanlığını ve değişkenliğini vurguluyor. Ancak sanatçı suyun da bir hafızası olduğunu, geçtiği yerden taşıdığı taş, toprak vb maddelerle bir hafızası olduğunu söylüyor.

 

Bu eşsiz bakış açısı, Gate 27’nin sürdürülebilirlik ve toplumsal dönüşüm odaklı vizyonuyla örtüşüyor ve hatta tüm çalışmalarımıza ışık tutuyor. Çünkü ağırladığımız pro­jelerde fayda yaratabileceğimiz alanların ipuçlarını arıyo­ruz. Bu sayede konuklarımıza beklenmedik karşılaşmalar ve deneyimlerin kapısını aralayabiliyoruz. Öte yandan bu senenin programı kendiliğinden kent hafızası teması etra­fında kümelendi. Sanatçının projesi de bu anlamda bizim için önemli bir yere sahip oldu. Bu nedenle Aşkın Ercan’ı Gate 27’de ağırlamaktan büyük mutluluk duyuyoruz.

Aşkın Ercan’ın su üzerine sürdürülebilirlikle ilgili çalış­maları öne çıkıyor. Sizin de kişisel olarak sürdürülebi­lirlik konusuna özel bir ilginiz olduğunu biliyorum. Bu konudaki çalışmalarınızla ilgili bilgi verir misiniz?

Doğa, binlerce yıldır kendi içinde kusursuz bir döngüyle varlığını sürdürüyor. Su, toprak, hava ve tüm ekosis­tem, uyum içinde yaşamı destekleyen bir denge kurmuş durumda. Kadim kültürler de bu döngüyü anlayarak, doğaya saygılı bir yaşam biçimi geliştirdiler ve bu bilgiyi nesilden nesile aktardılar. Ancak modern dünyada, bu doğal dengeyi göz ardı eden tüketim alışkanlıkları ve hızlı kentleşme gibi etkenler, ekolojik sistemleri tehdit eder hale geldi. Sürdürülebilirlik, tam da bu noktada, geçmişin bilgeliğini geleceğin ihtiyaçlarıyla buluşturan bir anlayış gerektiriyor. Sürdürülebilirliği bu anlayışla, sevgi temelli bir mesele olarak ele alıyorum. Her şey sevmekle başlıyor. İnsanı sevmek, doğayı sevmek…

Ancak artık yalnızca ‘sürdürülebilir’ olmak yetmiyor; ekosisteme verdiğimiz zararları onarmak zorundayız. Gate 27’de bu anlayışla çok yönlü bir sürdürülebilirlik yaklaşımı benimsiyoruz. Yerleşkelerimizde enerji verim­liliği, atık yönetimi ve doğal kaynakların etkin kullanımı gibi çevreci uygulamalarımız mevcut. Ayrıca doğal doku ve ekolojik dengeyi ön planda tutan bir yaşam alanı sun­mayı önceliklendiriyoruz.

Sürdürülebilirlik, Gate 27’nin çalışmalarında, yalnızca çevreyi korumakla kalmayıp, aynı zamanda toplumların daha yaşanabilir bir geleceğe doğru dönüşümünü teşvik eden temel bir unsur, bütünsel bir felsefe. Bu doğrultuda üretim süreçlerine sürdürülebilir yaklaşımları entegre eden konukları önceliklendiriyor; projelerin yalnızca estetik değerini değil, çevreye ve topluma olan katkılarını göz önünde bulunduruyoruz.

Türkiye ve dünyada sürdürülebilirlikle ilgili hedefler neler olmalı?

Sürdürülebilirlik, yalnızca çevresel değil, ekonomik, sosyal ve kültürel boyutları da kapsayan bütüncül bir dönüşüm süreci. Ancak yıllardır kağıt üstünde kalan ve sürekli öte­lenen hedeflerle bir yere varamayacağımızı artık biliyoruz. Bu noktada artık hedeflerden çok somut çıktılara odaklan­malıyız.

Sanatın sürdürülebilirlik konusunda büyük bir potansi­yeli olduğuna inanıyorum. Sanat, sadece bir ifade biçimi değil, insanın doğayla, toplumla ve kendi varoluşuyla kurduğu ilişkinin bir aynası. Sanat, bireyleri ve toplumları farklı varoluş biçimlerini sorgulamaya, geleceğe dair yeni yollar keşfetmeye teşvik eden güçlü bir araç. Kültür ve sanat aracılığıyla sürdürülebilir yaşam biçimlerini yaygın­laştırabilir ve toplumsal farkındalığı artırabiliriz.

Kişisel olarak sürdürülebilirlik adına siz neler yapıyorsunuz, bizim için de önerileriniz neler?

Kolektif çabanın çok kıymetli olduğunu bir kez daha vurgulamak istiyorum. Sürdürülebilirlik bilinci, yalnızca büyük çaplı projelerle değil, gündelik hayatta yapılan küçük ama sürekli seçimlerle gelişen bir şey. Bu bilincin tohumları­nı ailemden aldım. Sakıp Bey’i sürdürülebilirliği yamalı kıyafetler üzerinden, gardırobunda bu­lunan geniş kravatlarını günün modasına uygun hale getirmek üzere terzisine daraltmasından ör­nek vererek anlatırdı. Elbette bir iş insanı olarak yaptığı çalışmalarda sürdürülebilirliğe yönelik çok daha büyük adımlar attı ama her bir adımın ne kadar kıymetli olduğunu, özel hayatında yaptıklarıyla desteklerdi. Ben de bu yolda elim­den geleni yapıyor, öğrenmeye devam ediyor, gelişiyorum.

Gate 27 danışma kurulu, sanat alanında çok değerli isimlerden oluşuyor. Bu isimleri nasıl belirlediniz ve onlarla uzun süredir mi çalışıyor­sunuz?

Gate 27’nin danışma kurulu, yalnızca sanatsal yetkinlikleriyle değil, aynı zamanda toplumsal dönüşüm odaklı bakış açılarıyla da fark yaratan isimlerden oluşuyor. Danışma Kurulumuzda Beral Madra, Dr. Nazan Ölçer, Doç. Dr. Sel­çuk Artut ve Prof. Dr. Ahu Antmen bulunuyor. Her biri, sanat alanında derin bilgi birikimine sahip, alanında devrim niteliğinde işlere imza atmış, uluslararası sanat dünyasında tanınan ve toplumsal değişime inanan isimler. Onlarla uzun süredir birlikte çalışıyoruz ve her geçen yıl geli­şen bu iş birliği, Gate 27’nin vizyonunu daha da ileriye taşıyor. Gate 27, statik değil, yaşayan ve gelişen bir organizma. Danışma kurulumuzun sağladığı perspektifler ve katkılar da platformu­muzun disiplinler arası etkileşimini güçlendire­rek, sürdürülebilir sanatsal üretimi teşvik etmesine büyük katkı sağlıyor. Bu vesile ile kendilerine tüm katkılarından dolayı canı gönülden teşekkür etmek isterim.

Türkiye’deki çeşitli kültürel oluşumlara verdiğiniz desteğin yanı sıra Tate Uluslararası Konseyi’ne de üyesiniz. Faaliyet­lerinden bahseder misiniz?

Tate Uluslararası Konseyi, sanatı ve kültürü küresel öl­çekte daha erişilebilir ve kapsayıcı hale getirmeyi amaç­layan bir platform. Sanat dünyasının önde gelen isimleri, koleksiyonerler, kültür yöneticileri ve akademisyenlerin bir araya gelerek sanatın geleceğine dair fikir alışverişinde bulunduğu önemli bir yapı.

Benim için bu konseyin en büyük değeri, farklı coğ­rafyalardan gelen sanat profesyonelleriyle birlikte küresel sanat ekosistemine dair çok boyutlu tartışmalar yürütebil­mek. Buradaki deneyimlerim, hem Gate 27’nin gelişimine katkı sağlıyor, hem de Türkiye’deki sanat ortamını ulusla­rarası arenada daha görünür kılmak için fırsatlar sunuyor.

Gate 27’nin 2025 programında kimler var?

2025 yılı konuklarımız arasında MIT Media Lab’den Gabrie­la Bila; özellikle buluntu nesnelerle ürettiği yerleştirmele­riyle kentsel oluşumu yeniden yorumlayan Merve Ünsal; topluluklar ve zanaat üzerine çalışmada bulunmayı plan­layan Anna Rebecca Unterholzer ve Lama Hassan; insan ve insan olmayan arasındaki ilişki dinamiklerini inceleyen İrlandalı sanatçı Tom O’Dea; çeşitli tekniklerle çalışmalar üreten Ateş Alpar; İtalya’dan fotoğrafçı Rosa Lacavalla; Yedikule Bostanları’na yönelik hazırladığı projeyi tamam­lamak üzere aramıza katılacak olan video sanatçısı Sophie Therese Trenka Dalton; performans sanatçısı Bahar Temiz; La Maison Baldwin ile James Baldwin’in yüzüncü yaş dö­nümü nedeniyle yaptığımız iş birliği kapsamında yazarlar Catherine Lebongo ve Gilda Gonfier, yer alıyor. Konuk­larımızın projeleri, iklim krizinden geleneksel zanaatlara, göçten kent hafızasına, insan-doğa ilişkilerinden sanat ve teknolojinin kesişim noktalarına kadar geniş bir yelpazede ilerliyor. Bu projeleri desteklemek ve yeni üretimlere alan açmak bizi çok heyecanlandırıyor.

Gate 27 için gelecek planlarınız nedir?

Gate 27’yi, disiplinler arası iş birliklerini güçlendiren, sanatın dönüştürücü gücünü merkeze alan ve toplumsal sürdürülebilirlik için yaratıcı çözümler üreten bir platform olarak daha da ileriye taşımak istiyoruz. Gelecek planla­rımız arasında, Sanat, bilim ve teknoloji kesişiminde yeni projeler üretmek; uluslararası sanat platformlarıyla iş bir­liklerini artırmak, Türkiye’nin yaratıcı ekosistemini küresel ölçekte daha görünür kılmak; sürdürülebilir sanat üretimi ve yerel zanaatla ilgili yeni projeler geliştirmek yer alıyor. Gate 27’yi sadece bir konuk sanatçı programı değil, yaratı­cı süreçlerin damıtıldığı ve yeni üretimlerin teşvik edildiği dinamik bir kültürel ekosistem olarak konumlandırmaya devam edeceğiz.

“Yolu Gate 27’den geçen Elif Çak, Damla Yalçın, Esin Aykanat Avcı, İdil Kemaloğlu’nun projeleri ve üretimleriyle gelecekte öne çıkacağını düşünüyorum. Her biri bilim, sanat ve endüstriyi harika bir uyumla bir araya getiriyor ve günümüz sorunlarına dair yeni bir bakış sunuyor.”

Türkiye’de izlemeye aldığınız gelecek vadeden sanatçılar kimler?

Yolu Gate 27’den geçen Elif Çak, Damla Yalçın, Esin Aykanat Avcı, İdil Kemaloğlu’nun projeleri ve üretimleriy­le gelecekte öne çıkacağını düşünüyorum. Her biri bilim, sanat ve endüstriyi harika bir uyumla bir araya getiriyor ve günümüz sorunlarına dair yeni bir bakış sunuyor.

 

 

 

 

 

2025 yılında hangi sanat olaylarını, sergileri takip edecek­siniz?

Venedik Bienali, İstanbul Bienali, Documenta, Frieze Art Fair ve Art Basel gibi uluslararası etkinlikleri uzun yıllardır takip ediyorum. Bu yıl sanat ve kültür odaklı bir Berlin seyahati düzenledim. Boros Collection Berlin, KINDL Berlin, Studio Ai Weiwei, Studio Jorinde Voigt, Houbrok Foundation, Kraftwerk Berlin ve Fotografiska Museum gibi sanat mekanlarını ziyaret etmenin yanı sıra farklı kolek­siyonerlerin seçimlerini deneyimleme fırsatı edindim. Bu tür etkileşimlerden büyük keyif alıyorum – çağdaş sanatın, disiplinler arası üretimlerin ve yeni sanat pratiklerinin pay­laşımı için bir fırsat olarak değerlendiriyorum. Türkiye’de ise Sabancı Müzesi, İstanbul Modern, Pera Müzesi gibi önde gelen müzelerin ve galerilerin düzenlediği sergileri ve çağdaş sanat etkinliklerini yakından izliyorum. Bu yıl da bunları kaçırmamaya çalışacağım.