Boğaz’ın Sessiz ve Renkli Köşesi KUZGUNCUK

Boğaz’ın Sessiz ve Renkli Köşesi  KUZGUNCUK

Anadolu yakasının özel semtlerinden olan Kuzguncuk, yaklaşık bir buçuk kilometrekarelik bir alanda yerleşik, yedi cadde ve bir çoğu dar 46 sokaktan oluşan İstanbul Boğazı’nın Paşalimanı ile Beylerbeyi arasındaki kıymetlisidir.

Kuzguncuk, her köşesi ayrı bir hikâye anlatan, İstanbul’un ruhunu taşıyan nadir semt­lerden biri. Kuzguncuk’ta ilk kırsal yerleşim izleri M.S. 4 ve 6. yüzyıldandır. Kuzguncuk’un eski adı olan Kosinitsa, Bizans dönemine, yani yaklaşık olarak 6. yüzyıla dayanmaktadır. Sem­tin 9 ve 11. yüzyılda Bizans dö­neminde adı, çatısı altın yaldızlı kiremitlerle süslü bir kiliseden dolayı ‘Altın Kiremit’, ‘Altın Çömlek’ veya ‘Altın Seramik’ anlamında Yunanca kökenli Hrisokeramos olur. 1453’te İstanbul’un fethinden sonra, bölgeye Türkler yerleşmeye başladı. Osmanlı’da halkın adını telaffuz etmekte zor­lanmasından mıdır bilinmez ama yeniden adlandırılır. Hrisokeramos 17 ve 18. yüzyıldan itibaren ‘Kuzguncuk’ olarak resmî kayıtlarda yer almaya başlar.

Kuzguncuk isminin nereden geldiğine dair kesin bir kanıt olmamakla birlikte, öne çıkan teoriler vardır. Bir rivayete göre, Bizans döneminde bu bölgede çok sayıda kuzgun yaşarmış. Bu nedenle bölgeye önce ‘Kuzgun­luk’, zamanla da ‘Kuzguncuk’ denmiş olabilir. Türkçe’de küçültme ve sevimlilik anlamı katan ‘cuk’ eki ile ‘küçük kuzgunlar yeri’ gibi yorumlanabilir.

Bir başka inanışa göreyse Osmanlı döneminde bura­da ‘Kuzgun Baba’ adlı bir derviş yaşamış ve türbesi de Kuzguncuk’tadır. Bazı kaynaklar semtin adının Rumca veya Ermenice bir kökten Türkçeleşmiş olabileceğini ileri sürse de bu görüşü destekleyecek güçlü dilbilimsel kanıtlar yoktur.

Hoşgörünün Simgesi

M.S. 10 ve 13. yüzyıllar arasında Kuzguncuk’ta başlayan semtleşme hiç bozulmadan günümüze gelebilmiştir ve mahalle kültürünün hala yaşıyor olması Kuzguncuk’u özel kılmaktadır.

Osmanlı zamanında 19. yüzyıla kadar İstanbul Boğazı kıyılarında yerleşim balıkçı köylerinden oluşmaktaydı. Köy meydanında gölgelik, buluşma noktası ve sosyal hayatın odak noktası olarak çınar ağacı, hayır işlemek isteyen zenginlerin yaptırdığı su kaynakları olan kitabeli bir çeşme ve bir hayırsever, devlet görevlisi ya da saraylı tarafından yaptırılan bir cami bulunurmuş. Kuzguncuk’ta da gelenek bozulmamış. İcadiye Caddesi’nde tarihi çeş­meler ve semtin birçok yerinde kitabeli Osmanlı çeşme­leri, Bostan çevresinde ve cami yakınlarında çok eski çınarlar ve Mimar Sinan’ın öğrencilerinden olan Mimar Davud Ağa tarafından 1587 yılında yapılan Cami-i Cedid (Yeni Camii) bulunur.

Asırlık çınar ağaçlarına bütün bir tepeyi kaplayan Fethi Ahmed Paşa Korusu eşlik eder. Hanımeli kokulu daracık sokakları, ana caddede genellikle kâgir (taş), arka sokak­larda ise bahçeli ahşap evleri, Boğaz manzarası, yalıları, çay bahçeleri, tarihi ve şık pastaneleri, sanat galerileri ve hoşgörünün mimari bir belgesi gibi yan yana bulunan Kuzguncuk Camii, Bet Yaakov Sinagoğu ve Surp Krikor Ermeni Kilisesi ile Kuzguncuk, hoşgörünün simgesidir.

Kuzguncuk, yaşattığı mahalle kültürü, dini ve tarihi zenginliği, koruma altındaki ahşap evleri, kadın işlet­mecilerin açtığı özel mekanları, kuşaklardır devam eden aile işletmeleri ile İstanbul içinde tatlı bir huzur almak isteyenlerin uğrak yeri haline gelmiştir.

Musevilerin Kuzguncuk’a Yerleşmesi

İstanbul’un Anadolu yakasında ilk Musevi yerleşim yeri olan semt, yüzyıllardır Museviler, Rumlar, Ermeniler ve Türkler’in bir arada kardeşçe yaşadığı nadir yerlerdendir. 1492’de İspanya’da Katolik Krallığı’nın (Kral Ferdinand ve Kraliçe Isabella) yayımladığı Alhambra Fermanı ile Yahudilere ya Hristiyan olmaları ya da ülkeyi terk etmeleri emredildi. Bu baskı, özellikle Sefarad Yahudileri (İber Ya­rımadası’ndaki Yahudiler) için büyük bir göç dalgasına yol açtı. 100 bin ila 150 bin Yahudi, İspanya ve Portekiz’den sürüldü. Bir kısmı Kuzey Afrika, İtalya gibi yerlere gider­ken, büyük bir grup Osmanlı topraklarına, özellikle İstan­bul, Selanik, İzmir, Edirne, Bursa, Safed (Filistin bölgesi) ve Üsküp, Saraybosna gibi Balkan şehirlerine yerleştiril­diler. Rivayete göre II. Bayezid, Katolik krallar için “Bu krallar kendi ülkelerini fakirleştirip benim ülkemi zengin­leştiriyorlar” diyerek Yahudilere kapılarını açtı. Ticaret, matbaacılık, tıp, diplomasi ve zanaatta Yahudiler önemli roller üstlendiler. Bu göç, imparatorluğun ekonomik, kül­türel ve bilimsel açıdan güçlenmesine katkıda bulundu.

Özel Bir Semt

Kuzguncuk, iki sinagog, iki Rum kilisesi, Ermeni kilise­si ve iki camisiyle manevi zenginliği kültür mozaiği ile birleştirmiş özel bir semttir.

Kuzguncuk, doğal güzelliği, korunmuş mimarisi ve mahalle dokusuyla çok sayıda dizi, sinema filmi ve reklama ev sahipliği yapmış tarihi bir semttir. Bu semtin nostaljik atmosferi, farklı kültürlerin iç içe geçmiş yaşam izleri ve ahşap evlerin yarattığı sıcak sahne, özellikle mahalle temalı yapımlar için ideal bir mekân sunar. ‘Perihan Abla’ (1986–1988), ‘Süper Baba’ (1993–1997), ‘Tatlı Hayat’ (2001–2004), ‘Ekmek Teknesi’ (2002–2005), ‘Hayat Bilgisi‘ (2003–2006) dizileri Kuzguncuk’ta çekilir­ken ‘Kırık Kanatlar’, ‘Aliye’, ‘İkinci Bahar’, ‘İstanbul’un Altınları’ gibi dizilerde de semt dekor olarak kullanıldı. Ayrıca, ‘Babam ve Oğlum’, ‘Dedemin İnsanları’, ‘Issız Adam’, ‘Vizontele’, ‘Benim Dünyam’ gibi filmlerde de semtin sokakları, sahil hattı veya evleri görsel zemin olarak kullanıldı.

GEZILECEK YERLER

Kuzguncuk, İstanbul’un hem tarihi hem de kültürel olarak en zengin semtlerinden biridir. Küçük ama ka­rakter dolu sokakları, çok kültürlü geçmişi, sanatla iç içe yaşayan yapısı ve korunan mimarisiyle bir açık hava müzesi gibidir. Bu semtte gezilecek pek çok yer var. Kuzguncuk’a hafta içi gitmek daha keyifli çünkü hafta sonları çok kalabalık olabiliyor.

  1. Kuzguncuk Camii (Yeni Camii / Cami-i Cedid): 1587’de Mimar Davud Ağa tarafından yapılmıştır. Cami, sahil kenarında Boğaz’a bakan konumuyla Kuzguncuk’un sim­gelerindendir. Yanında bir de tarihi mezarlık bulunur.
  2. Bet Yaakov Sinagogu: 1878’de inşa edilen bu sinagog, günümüzde hâlâ aktif ibadete açıktır. Hafta içi ziyaret için randevu gerekir. İbranice kitabeleriyle Kuzguncuk’ta­ki Yahudi mirasının en güçlü izlerindendir.
  3. Surp Krikor Lusavoriç Ermeni Kilisesi: 1861’de yapılmıştır. Dışarıdan sade, içerisi ise oldukça gösterişli ahşap işçilik barındırır. Kuzgun­cuk’taki Ermeni cemaatinin ana ibadethanesidir.
  4. Ayios Panteleimon Rum Ortodoks Kilisesi: 1831 yapımıdır. Kubbesi ve çan kulesiyle dikkat çeker. İç mekânı Bizans tarzı fresklerle süslüdür. Cuma akşamı ayinleri zaman zaman halka açıktır.
  1. Kuzguncuk Bostanı (İcadiye Bostanı): Yedi bin metre­karelik yeşil alan, semtin tam ortasında yer alır. Semtin çok kültürlü yapısına uygun olarak Müslüman, Ermeni, Yahudi ve Rum mahalle sakinleri tarafından ortak şekilde işlenmiş. 2014’te İstanbul Büyükşehir Belediyesi bostanın mülkiyetini aldı ve mahallelinin isteğiyle yeşil alan olarak korunmasına karar verildi. Mahalle sakinleri küçük parseller kiralayıp mevsimlik sebze-meyve yetiştiriyor. Yaz aylarında açık hava sineması, konser, sergi gibi etkinliklere ev sahipliği yapıyor. Çocuklar için doğa atölyeleri, kompost yapımı ve ekoloji eğitimleri düzenleniyor.
  2. Perihan Abla Sokağı: Asıl adı Simit­hane Sokak’tır. Meşhur ‘Perihan Abla’ dizisinin 1986–1988 yılları arasında çekildiği sokaktır. Rengârenk ahşap evleri, çiçekli balkonları ve tarihi bakkallarıyla nostalji se­venler için bir durak.
  3. Kuzguncuk Çarşısı ve Sanat Galerileri: Ana cadde olan İcadiye Caddesi boyunca antikacılar, kitapçılar, sanat ga­lerileri, organik ürün dükkanları vardır. Naftalin, Kuzgun­cuk Balıkçısı, Çikolatacı Aziz Bey, Emek Kafe gibi hem tarihi hem de lezzetli duraklar önerilir.
  4. Nail Kitabevi: Küçük ama zengin içerikli bir kitabevidir. Kahve eşliğinde kitap okuyabilir, sanat kitapları ve ede­biyat eserlerini karıştırabilirsiniz.
  5. Kuzguncuk Sanat Galerileri: Semtte birçok butik sanat galerisi ve atölye yer alır: Kuzguncuk Sanat Galerisi, İca­diye Art Studio, Kuzguncuk Atölyesi, bunlardan bazıları.
  1. Kuzguncuk Sahili: Boğaza nazır oturabileceğiniz, çay içebileceğiniz küçük ama huzurlu bir kıyı şerididir. Gü­neş batarken manzarası özellikle etkileyicidir.
  2. Abdullah Ağa Cami: Osmanlı’da III. Murat’ın Bostancı­başısı Abdullah Ağa tarafından 1581 yılında inşa edil­miştir. İstanbul’un güvenliği ve Boğaz kıyılarının asayi­şiyle ilgilenen önemli bir hayırsever Beylerbeyi, Kısıklı ve Langa gibi bölgelerde cami, mektep ve mescid inşa ettirmiştir. Aynı dönemde yanında bir sıbyan mektebi de kurulmuştur . Yapı, vakıf gelirlerinin tükenmesiyle harabeye dönmüş ve 1832 yılında II. Mahmut tarafından onarılmıştır. Camii kare planlı, tek kubbeli, tek minareli Osmanlı tarzındadır.
  3. Kuzguncuk Kastamonu Köy Pazarı: Hem yöresel ürün­leri hem de semtin tarihi dokusunu bir arada sunan, İstanbul’da alışveriş ve kültür deneyimi arayanlar için kaçırılmaması gereken bir noktadır. Özellikle Cumarte­si günleri yoğun ilgi görmektedir. Mekan 30 yılı aşkın bir süredir hizmet vermektedir ve başta Kastamonu’ya ait ürünler olmak üzere, Türkiye’nin farklı yörelerinden gelen doğal ve organik ürünleri sunmaktadır.
  4. Simitçi Tahir Sokak: İstanbul’un en renkli ve nostaljik sokaklarından biridir. Bu sokak, Kuzguncuk Bostanı’nın hemen üstünde yer alır ve tarihi ahşap evleriyle ünlü­dür. Evlerin cumbalı yapıları ve canlı renkleri, fotoğraf tutkunları için vazgeçilmez bir mekân sunar. Sokak, adını burada uzun yıllar simitçilik yapan Tahir Amca’dan alır ve zamanla semtin simgesi hâline gelmiştir.
  5. Maşukiye Merdivenleri: Semtin en renkli noktalarından biridir. 102 basamaktan oluşan bu merdivenler, adeta gökyüzüne uzanan bir yol gibi görünür. Merdivenlerin basamakları, farklı renklerde boyanmış olup, çevresin­deki taş duvarlar ve cumbalı evlerle birleşerek görsel bir şölen sunar. Bu özellikleriyle, Kuzguncuk’un en çok fotoğraflanan yerlerinden biridir.
  6. İski Kültür Evi: 1980’li yılların sonuna kadar Üsküdar bölgesine su dağıtımını sağlayan bir merkez olarak kulla­nılan bu bina bugün sergi salonu olarak kullanılmaktadır. İçerisi gerçekten çok hoş dekore edilmiş ve ücretsiz İSKİ tarafından arzu edenlere sergi salonu olarak da veriliyor. İçeride kafesi de var.
  1. Marko Paşa Köşkü: “Derdini Marko Paşa’ya anlat”, halk arasında sıkça kullanılan deyimlerden biridir, bilirsiniz. Marko Apostolidis Paşa (1824-1888), Osmanlı döne­minde yaşamış, Rum kökenli bir devlet adamıdır. Saray hekimliği, Askerî Tıbbiye’de hocalık, hatta Seraskerlik (Savunma Bakanlığı) Müşavirliği gibi önemli görevlerde bulunmuştur. Hilal-i Ahmer, yani Kızılay’ın kurucu üye­lerindendir. 1870’li yıllarda Osmanlı’da sağlık alanında reformlar yapılırken öne çıkmış, Tanzimat’ın ilerleyen dönemlerinde, II. Abdülhamid döneminde bürokrasiden uzaklaştırılmıştır. Marko Paşa, iyi niyetli ama bir şey çözemeyen, herkesi dinleyen bir devlet adamı olarak halk arasında sembolleşmiş ve onun ismi, “anlatsan da bir şey değişmeyecek” anlamında mecazlaşmıştır. Marco Paşa’nın mezarı Bostan’ın üstündeki Rum Mezarlığı’nda­dır. Sultan Abdülaziz’in başhekimi olan Marko Paşa’nın köşkü ise bugün Kuzguncuk İlkokulu olarak hizmet vermektedir.
  2. Cemil Molla Köşkü: Halk arasında Uğursuz Şato olarak anılır. Cemil Molla (1852–1909), II. Abdülhamid dönemi­nin tanınmış devlet adamı ve hukukçularındandır. 1885’te Kuzguncuk sırtlarında, Boğaz’a nazır göz alıcı bir köşk yaptırdı. Köşk dönemine göre oldukça modern özellikle­re sahipti; kalorifer, elektrik, telefon gibi teknolojiler ilk kez İstanbul’da bir özel mülkte kullanıldı. Mimari olarak Batı tarzı şato havasındadır. Bu yüzden halk arasında ‘şato’ diye anıldı. Zamanla köşk harap oldu. Bu da ‘perili’ veya ‘uğursuz’ söylentilerinin doğmasına neden oldu. Bugün Mesa Holding bünyesinde boş durmaktadır.
  3. Fethi Paşa Korusu: Adını 19. yüzyılda burada köş­kü olan Fethi Ahmet Paşa’dan alır. Fethi Ahmet Paşa, Osmanlı’da diplomatlık ve nazırlık yapmış biriydi. Koru, 1958 yılında varislerinden Avukat Şevket Mocan’ın hisse­lerini İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne devretmesiyle ilk kez belediyenin mülkiyetine geçmiş; bu nedenle bir süre Mocan Korusu olarak da anılmıştır. İBB, korunun diğer hisselerine de istimlak yoluyla sahip olmuş ve korunun büyük bölümü (yaklaşık 16 hektarlık alan) belediye kontrolü altına alınmıştır. Koru, 1960–1980 yılları arasın­da büyük ölçüde bakımsız kalmış ve doğal örtüyle kapla­narak dolaşılamaz, kullanılmaz hale gelmiştir. 1985–1987 arasında İstanbul Büyükşehir Belediyesi, bu dönemde koruyu aktif olarak iyileştirme çalışmalarına başladı. 2003 yılında koru içindeki iki tarihi yapı restore edilerek sosyal tesis olarak halka açılmıştır. Arazinin bir bölümü zamanla halka açık bir park olarak düzenlenmiş, İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından işletilmeye başlanmış­tır. Çay bahçeleri, kafeterya, çocuk oyun alanı bulunur. Yürüyüş, koşu, piknik, fotoğraf çekimi için uygundur.

Gündüzü ayrı, gecesi ayrı güzeldir bu eşsiz semtin. Gün batarken Kuzguncuk bambaşka bir atmosfere bürü­nür. Sokak lambaları, ahşap evlerin gölgeleri, çay kokusu ve serinlik paha biçilmezdir.

YAZI VE FOTORAFLAR: ÖMÜR KAHRAMAN @omurkahramann