MÜCEVHERİN SESSİZ KRALİÇESİ SUZANNE BELPERRON

MÜCEVHERİN SESSİZ KRALİÇESİ SUZANNE BELPERRON

Bazı tasarımcılar mücevher yaratır. Bazıları ise mücevheri bir sanat eserine dönüştürür. 20. yüzyılın önemli mücevher tasarımcılarından Suzanne Belperron da onlardan biri… Belperron’ın mirası olan koleksiyonu, Sotheby ’s müzayedesinde yeni sahiplerini buluyor.

New York’ta 2025 yılının son günlerinde düzenle­nen ‘A Legacy of Ele­gance: Jewels from an Exceptional Collection’ Sotheby’s müzayedesi ile, efsanevi mücev­her tasarımcısı Suzanne Belperron’un eşsiz mirası bir kez daha dünyanın sahnesine taşınıyor. Su­zanne Belperron kimdir önce biraz ondan bahsedelim, Suzanne Belperron, çağının çok ötesinden seslenen bir vizyonerdi, onun eserlerine dokunmak demek eşsiz bir zekâ ve stilin hükümranlığıyla karşılaşmak demektir. Su­zanne Belperron 1900’da Saint-Claude, Fransa’da doğdu. 1916–1918 arası Besançon’da École des Beaux-Arts’da eğitimini üstün başarıyla tamamladı, bir tür mine tekniği olan ‘Champlevé’ dekorlu saat tasarımıyla birincilik ödü­lü alarak mezun oldu. 1919’da Paris’e taşındı ve Maison René Boivin’e ‘model-tasarımcı’ olarak girdi. Kısa sürede tasarımların ardındaki gizli deha olarak tanındı. 1924’te Maison Boivin’in eş-yaratıcı direktörü oldu, aynı yıl Jean Belperron ile evlendi.

Yuvadan Uçuş

1932’ye kadar Boivin’deki görevini sürdürdü. Artık yuva­dan uçma ve kendi kanatlarıyla süzülme zamanı gelmişti, 1933 itibarı ile mücevher tüccarı Bernard Herz ile iş birli­ği yaparak, hayal gücünü tüm sınırlarından özgürleştire­rek ve kendi ismiyle mücevher yapmaya başlayıp ancak hiçbir eserine adını yazmayan biri olarak, efsane sözünü hayata geçirdi:

“Stilim benim imzamdır!”

Doğduğu şehrin kristal ve taş işçiliği geleneği ilhamı­nın kaynağı oldu. Benzersiz tarzına duyulan hayranlık, sadece mücevher uzmanlarıyla sınırlı kalmadı; moda dünyasında da büyük bir yankı uyandırdı. Öyle ki, Harper’s Bazaar ve Vogue gibi moda dergilerinde adı anılan ilk mücevher tasarımcılarından biri oldu. 1933’te Elsa Schiaparelli, Vogue sayfalarında Belperron mücev­herleriyle poz verdi. Tasarımları, haute couture moda­cıların kreasyonlarını o kadar güçlü tamamlıyordu ki… zaman zaman kıyafetleri gölgede bırakacağından bile korkuluyordu! 1940’larda Savaşın karanlık yıllarında Herz ailesine destek verdi. Yaratıcılıktan asla vazgeçmedi.

Ve Şöhretin Gelişi

Uluslararası şöhretin doruğuna 1950 ve1960’larda ulaştı. Belperron’un müşterileri, döneminin en etkin ailelerine mensuptu. Avrupa hanedan üyeleri, aristokratlar, banker­ler, sanayiciler; oyuncular, sanatçılar ve yazarlar… Sipariş defterlerinde adı geçenlerden sadece birkaçını anmak gerekirse; Windsor Dükü ve Düşesi, Colette, Jean Coc­teau, Nina Ricci, Jeanne Lanvin, Elsa Schiaparelli, Gary Cooper, Begüm Ağa Han, Barones Rothschild, Daisy Fellowes, soprano Ganna Walska ve Uğultulu Tepeler’in yıldızı Merle Oberon gibi isimlerden bahsedebiliriz. Aktif tasarım hayatına 1974’te son verdi ama, sadece yakınları ve çok özel projeler için üretmeye, 1983’te Paris’te göz­lerini kapayıncaya kadar devam etti, efsanesi hiç bitme­di. Ardında mücevher tarihinin en özgün miraslarından birini bıraktı.

İkinci Bahar

2007 sonlarında Suzanne Belperron arşivlerinin Bay Baroin tarafından yeniden keşfiyle ikinci doğuşu başladı. Müzeler, koleksiyonerler ve müzayede evleri Belperron adını yeniden taçlandırdı. Aralık ayının gelmesi ile bera­ber, koleksiyonerleri büyü­leyecek 24 nadide eserden oluşan bir seçki gün yüzüne çıkıyor. Bu seçkideki mü­cevherler, yılların sakladığı gizemli bir hikâyeyi de içle­rinde taşıyor. Bu hikâyenin gizemini anlamak için gözlerimizi Montmartre’ın tepesine, Olivier Baroin’e çeviriyoruz.

Her şey, 2007 yılının soğuk bir Aralık gününde başlıyor. Montmartre’ın eteklerinde, 1983’te Belperron’un ölümünden sonra hiç açılmamış bir daire… Kapı aralandığında Baroin, ağır bir sessizlik ve zamana direnmiş bir dünya ile karşılaşıyor. Çekmece­lerde saklı belgeler, taslak­lar, fotoğraflar, kalıplar ve sanatçıya özgü dokunuşları taşıyan objeler… Bu yalnızca bir keşif değil, neredeyse bir zaman kapsülünün açılma­sıydı diyebiliriz.

2008’de, Baroin yal­nızca o eşyaları ve arşivleri devralmakla kalmıyor, Belperron’un yasal varisleri tarafından da resmen yetki­lendiriliyor. Böylece yalnızca arşivin sahibi değil, aynı zamanda da Belperron’un eserlerine ilişkin resmî uzman­lık ve marka haklarının tek sorumlusu olmuş oluyor. Bu yetki ona, Belperron’un tüm çalışmalarının geleceğini koruma görevini de yüklemiş oluyor.

Suzanne Belperron, çağının çok ötesinden seslenen bir vizyonerdi, onun eserlerine dokunmak demek eşsiz bir zekâ ve stilin hükümranlığıyla karşılaşmak demektir.

Belperron Koleksiyonunda Neler Var?

1937’den 1974’e uzanan günlük randevu defterleri… Sanatçının çizimleri, biçim verdiği kalıp örnekleri… Ve her ayrıntısında Belperron’un duyarlılığı saklı belgeler… Baroin bunların her birini özenle inceleyerek, iki yılı aşan bir sürede titizlikle yaptığı çalışmalarla yalnızca eşyaları değil, sanatçının ruhunu da yeniden hayata döndürüyor. Öncelikle tüm belgeler dijitalize ediliyor, inceleniyor ardından da Bn. Sylvie Raulet ile girdiği hummalı bir ça­lışma sonucunda 2011 de basımı yapılan ve şu anda artık basımı bulunamayan bir kitapla tüm deatylarıyla yıllarca kapalı kalmış bu gizemin aydınlatılmasını perçinliyor.

Bugün, dünyada bir Belperron eserinin gerçek olup olmadığına son sözü söyleme hakkı yalnızca Baroin’de saklı. Müzayede evlerinden müzelere, Avrupa’dan Amerika’ya koleksiyonerler ve küratörler, Belperron’un adını taşıyan her eserde Baroin’in yargısına güveniyor. Çünkü o yalnızca doğruluğu belgelemiyor; Belperron’un sanatsal duruşunu, duygusal derinliğini ve özgünlük manifestosunu koruyor. Bu nedenle yakında müzayedeye çıkacak olan koleksiyon, sadece 24 değerli parça değil; Montmartre’da tozlu bir kapının açılmasıyla yeniden do­ğan bir mirasın yaşayan hatırası… Ve tüm parçalar hâlâ aynı fısıltıyı taşıyor:

“Stilim benim imzamdır!”

Suzanne Belperron, 1920’ler ve 30’larda ışığı yakalayan taşlara âşık olan bir tasarımcıydı. Kaya kristalinin berrak­lığı, kalsedonun yumuşak renkleri onun ellerinde devasa ama bir o kadar da zarif mücevherlere dönüşürdü. Bu sihrin ar­kasında, onun için taşları büyük bir usta­lıkla oyan Adrien Louart vardı. Louart’ın geliştirdiği özel teknik sayesinde, sert taşların kalbine değerli taşlar yerleştiri­lebiliyor; böylece Belperron, daha önce kimsenin cesaret edemediği malzemeleri bir araya getirebiliyordu. İşte bu mü­zayededeki en nadide parçalardan biri olan bu bilezik de o iş birliğinin sessiz bir tanığı: Tek bir kalsedon bloktan oyulmuş, iki tonlu yüzeyinde bir ametist kaboşon taşının büyüsünü taşıyan bir kelepçe bilezik… Geçmişten bugüne ışığını kaybetmeyen ve artık kaybolmuş bir tekniğin nadide örneklerinden bir sanat eseri. Şimdi müzayededeki bazı parçalar ve Suzanne Belperron’u daha iyi anlayabilmek için Bay Olivier Baroin ile yaptığımız sohbeti sizlerle paylaşmak istiyorum.

Bay Baroin’e göre satışa çıkan bu koleksiyon: Belki bugüne kadarki en büyük mücevher koleksiyonu değil ancak “İki kuşağın zevkini ve bakışını bir araya getiren, yirmi parçayı aşan seçkin ve anlamlı bir bütünlük.” Zira parçaların bir bölümü, koleksiyon sahibinin kayınvalide­sinin, Suzanne Belperron’a bizzat sipariş ettiği mücevher­lerden oluşurken, diğer bölümü ise yıllar içinde, kayın­validesinden çok farklı bir zevke sahip damat tarafından ilmek ilmek tamamlanmış. Bu iki farklı gusto koleksiyon­da kolayca hissediliyor.

Belperron’un sanatsal mutlakiyeti bir aile hikâyesinin taşıdığı duygusal aristokrasiye dönüşüyor. Koleksiyonda Belperron’un Boivin dönemi (1919–1932) eserleri de mevcut. Boivin döneminden günümüze ulaşan bu eser­ler, koleksiyon sahibi ile Belperron arasında yıllar süren bir etkileşimin izlerini fısıldar nitelikte. Bay Baroin bunu şöyle yorumluyor, “René Boivin’deyken de bağımsız yıllarındayken de aynı sanatçıdan söz ediyoruz. Belper­ron, 1919–1932 arasında Boivin’de çalıştı; 1933–19 yılları arasında ise bağımsız olarak üretmeye devam etti. Bir mücevherin tarzı hemen fark ediliyor ve sanatçının imzası barizse, hangi mücevher evinden çıktığının önemi kalmıyor.

Bir sanat müzesinde bir tablo gördüğünüzde sizi ilgi­lendiren sanatçının kendisidir; yapıtın nerede ya da tam olarak hangi dönemde yapıldığı değil. Boivin Mücevher Evi de Belperron için, yeteneğini ortaya çıkarmasına, onu bir kozadan kelebeğe dönüştürmesine ortam yaratan bir yuva olmuştu. Burada esas dikkat çeken konu müşterinin Boivin zamanından itibaren Suzanne Belperron’un stiline hayranlığının sürekliliği!

Satışın en dikkat çeken parçalarından biri, topaz, morganit ve pırlantalardan oluşan bir kolye… Ama Bay Baroin, samimi bir dürüstlükle şöyle diyor:

“Bu bir başyapıt değil ama Belperron’un renk ve form ustalığını mükemmel yansıtan güçlü bir örnek. Bu yakla­şımın altındaki sadelik aslında bir sanatçının büyüklüğü­nü kanıtlıyor.”

Zira bu parça aslen müşterisinin değişiklik arayışıyla sanatçının yaratıcılığına teslim edilmiş pırlanta su kolye­nin, olağanüstü değişimini gözler önüne seriyor.

Sessiz ama çarpıcı bir imza: Suzanne Belperron.

Suzanne Belperron’ın aktif çalıştığı dönemde sipariş defterlerinde adı geçenlerden sadece birkaçını anmak gerekirse; Windsor Dükü ve Düşesi, Colette, Jean Cocteau, Nina Ricci, Jeanne Lanvin, Elsa Schiaparelli, Gar y Cooper, Begüm Ağa Han, Barones Rothschild ve Daisy Fellowes gibi isimleri sayabiliriz.

 

 

 

 

 

 

ECE ERMEÇ ÜSTER: Belperron’a gösterilen ilginin giderek artmasını nasıl açıklarsınız?

OLIVIER BAROIN: Belperron bir mücevher tasarım­cısı değil, mücevher aracılığıyla konuşan bir sanat­çıydı. Sürekli yenilikçi, hayal gücü olağanüstü olan bir tasarımcı olarak her eserine yeniden başlıyor, her müşterisi için yeni bir evren yaratıyordu. Her sipariş­te, yeni ve özgün bir yaratım ile her parçayı benzer­siz kılıyordu. Bu zamansız yaratıcılığın sürekliliği, koleksiyonerleri hâlâ heyecanlandıran ve hayranlık uyandıran bir miras yarattı.

Suzanne Belperron mücevherleri artık günümüzde en önde gelen müzelerde yer alıyor, bunun Belperron’un mücevher tarihindeki yerini nasıl etkilediğini düşünü­yorsunuz?

Müze sergileri, sanat dünyasının en temel ve güçlü ta­nınma biçimidir. Müzelerde yer alması, Belperron’un tam anlamıyla bir sanatçı olduğunun kabulü ve eserlerinin kalıcı olarak tanıtılmasına büyük katkı sağlıyor.

Belperron’un, aynı zamanın tasarımcıları ve günü­müzden JAR gibi daha yeni yaratıcılarla kıyaslandığın­da tasarım dünyasındaki yerini nasıl tanımlarsınız?

Suzanne Belperron öncü ve yenilikçi bir sanatçıydı. Kimsenin hayal bile etmediği tasarımları ortaya koy­du; doğası gereği öncüydü. Zamanının, Paris’teki tüm büyük mücevher evlerini etkiledi ve hâlâ da etkileme­ye devam ediyor. Her yeni keşfedilen eseri, keşfeden herkeste anında heyecan duygusunu uyandırmaya devam ediyor… Belki de şöyle söylemek mümkün­dür: Suzanne Belperron, kendi döneminin JAR’ıydı.

Stilinin bugün hâlâ bu kadar modern ve cazip olması­nın nedeni nedir?

Suzanne Belperron tarzı zamansızdır, kalıcı, özgün ve daima güncel. Belperron’un eserlerinin özgün karak­teri taklit edilemez.

Bugün mücevher alıcılarını iki gruba ayırabiliriz: Markası ile ön planda olmayı tercih edenler ve özel, dikkat çekici ama daha seçilmiş bir zevk tarafından anlaşılacak parçalar arayanlar.

Belperron’un eserleri ise rafine bir zevke ve belirli bir mücevher kültürüne sahip olan herkes için başlı başına bir imzadır.

 

En Sadık Koleksiyonerleri

Bay Baroin, 1933-2019 yılları arasında yaşamış, Art Deco akımına ve Suzanne Belperron’un özellikle kristal kayasından yaptığı broşların hayranı ve en büyük koleksiyonerlerinden olan çağın en tartışmalı moda ikonlarından Karl Lagerfeld’in, bugün yaşasaydı bu broşların karşısında gözlerinin dolacağını söyleyerek sözlerini bitiriyor.

1987’de tüm mücevherlerinin satışı sırasında Belperron parçalarıyla sanatçıyı gündeme getiren en büyük isim kuşkusuz Windsor Dükü ve Düşesi idi.

Yakın geçmişte ise gerçekten de Karl Lagerfeld, Suzanne Belperron’un en etkili elçilerinden biriydi. Sahip olduğu geniş Suzanne Belperron broş ve iğne koleksiyonunu sık sık takarak, gündeme geldi ve gözler önüne serdi. Chanel’in 2012 İlkbahar/Yaz koleksiyonunu tasarlarken ise, koleksiyona ilham kaynağı olarak Suzanne Belperron’un adeta simgesi haline gelmiş olan mavi kalsedon yüzüğünün rengini kullandı.

Suzanne Belperron’un tasarımları, zamana meydan okuyan zarafeti ve eşsiz yaratıcılığıyla hâlâ en iddialı koleksiyonerlere ilham veriyor; her bir parça hem vazgeçilmez bir mücevher hem de bir sanat eserinin sessiz, ama çarpıcı imzası olarak sahnede parlamaya devam ediyor. Onlar yalnızca değerli taş değil, ışığın ve sanatın vücut bulmuş hali.

Bir Zarafet Mirası: Olağanüstü Bir Koleksiyondan Mücevherler Sotheby’s

Fotoğraflar: Sabine Villiard

Model: Amelie Cara Klingel

Arşivler: Olivier Baroin

 

ECE ERMEÇ ÜSTER @jewelery.muse