Sınırları Kapanmadan Evvel Uruguay

Sınırları Kapanmadan Evvel Uruguay

Uruguay, Güney Amerika’da, küçücük, ince-uzun bir ülke. Duruşunu hep severdim. Eski arabasını kullanan başbakanları çok sempatikti. İnsan hakları, gelişkin bir yönetim anlayışı, sakin bir idare… Kısmet o güneymiş, tam salgının dünyayı vurmaya başladığı zamanlarda, meğer son seferlerle gidip gelmeyi becermiştim.

Büyük kızım Talia, bir öğrenci değişim programı sınavına girdi. Fransız okullarında okuyan öğrenciler, lise ı’de bir dönemi, Fransız okulu olan başka bir ülkede okuyabileceklerdi. Tabii, insanın gözünü, gönlünü açacak bir tecrübe. İçten içe kazanmasını çok istedim, ama fazla da belli etmedim.

Yazılı ve sözlü sınavlar yapıldı. Bir jürinin önünde münazara gerçekleşti. Sonuçlar açıklandığında, Talia kazananlar listesindeydi. Henüz eşleşme yapılmadığından, hangi ülkeye, hangi aileye gideceği belli değildi. Ama kazanmıştı!

Başka ülkede bir Fransız okulunda lise 1’de okuyan, sınava giren ve kazanan bir öğrenciyle eşleşmeyi bekledik sonra. Talia o ülkeye gidip onlarla kalacak, o öğrenci de İstanbul’a gelip bizle kalacak. Beraber okula gidecekler, aynı sınıfta okuyacaklar, birlikte gezecekler, ders çalışacaklar, eğlenecekler. Belki de hayat boyu sürecek bir dostluğun temelleri atılacak.

Bende bir heyecan, bir heyecan. Dışarıdan baksanız acayip cool, olay hiç önemli değilmiş havaları. Ya olmazsa diye pek sormuyorum bile. O derece cool yani…

Fas mı, İtalya mı, Fransa mı derken haber geldi. Montevideo’dan Delfina İstanbul’a gelmeyi çok istiyordu. Taliş’i de Uruguay’a davet ediyorlardı!

 

Dünyanın Öbür Ucuna Giden Genç Kız

Benim genlerimde bir Anadolu erkeği var. Bunu da artık çok seviyorum. Modernlik bir yere kadar. 15 yaşındaki kızı nasıl oralara göndereceğim diye kara kara düşünüyorum.

İdil “sen götür bırak” diyor, Talia “hayatta istemem, bütün arkadaşlarım tek başına gittiler. Ben bebe miyim” diye krizler geçiriyor. Allah’ım ne yapsam, sen bana yardım et!

Dualarıma Juan yetişti. Delfina’nın babası. “Merhaba ben Juan; sizinle tanışalım, ben çok endişeliyim” diye bir mesaj buldum bir sabah. Hemen cevap yazdım, birkaç saat sonra da face-time’de iki saat konuştuk.

Latin damarı ve Anadolu geni, yüzde yüz aynıymış meğer; çok memnun oldum. Endişeler benzer, çözüm yolu bir. Juan ve eşi Roseanna, beni de davet ettiler, ısrarla hem de. “Yolda birlikte olayım, ama ben otelde kalırım” dedim; tabii hemen davete atlamak olmaz! “Asla kabul etmeyiz, odanı hazırlıyoruz, beraber olacağız, birlikte gezeceğiz” dediler.

Talia gideceği için çok sevinçli, beraber olacağımız için de bir o kadar üzgün. Kendini “velisiyle değişim programına giden bebe” olarak görüyor. “Bak kızım, canım yavrum, artık babayla, anneyle biz de arkadaşız. Onlar beni Uruguay’a, ben onları İstanbul’a, evimize davet ettim” falan diye anlatıyorum. Ah şu ergen beyni, ölçe biçe dinlemeyi ve anlamayı bir türlü beceremiyor…

 

URUGUAY HAKKINDA KISA BİRKAÇ BİLGİ

Güney Amerika’nın en küçük ikinci ülkesi. Arjantin, Brezilya ve Atlas Okyanusu ile çevrelenmiş. Nüfusu 3,5 milyon, ki nüfusun yarısı başkent Montevideo’da yaşıyor. Resmi dil İspanyolca. Portekizce ve İtalyanca, hatta bu dillerin karışımı bir uyduruk dili konuşanlar da var. İngilizce anlaşmak zor. Eşcinsel evlilikleri yasal olarak ilk kabul eden ülkelerden. Kadınlara seçme ve seçilme hakkı, Fransa’dan tam 12 sene evvel verilmiş. Ülkenin bir duruşu var yani, ben de hep bu duruşu severdim uzaktan.

NE YAPSAK, NERELERE GİTSEK?

Bir kere Montevideo’yu hakkıyla gezmek lazım. Müzeler, bit pazarı, opera binası, eski şehir Cuidad Vieja, hayatın merkezi Mercado del Puerto çok keyifli. Okyanus kıyısında kilometrelerce uzanan La Rambla, yürüyüş ve koşu için ideal. Şubat başında Las Llamadas festivali sırasında çok renkli oluyormuş şehir.

Punta del Este, bütün Güney Amerika’nın Monaco’su, St. Tropez’i, Bodrum’u… Yatlar, barlar, süper lokantalar, şık butikler, pahalı kafeler, lezzetli dondurmacılar var. Zenginlik güzel şey… Güneş batışı enfes. Okyanus biraz serin ve dalgalı ama olsun. Bizim denizler gibi gireyim, cup cup oynayayım demiyorsunuz; güneşlenip serinlemece.

Colonia’yı keşke görebilseydim. Arnavut kaldırımlı dar sokakları, tek katlı evleriyle Unesco Dünya Mirası listesinde. “En iyi korunmuş koloniyel kent” ünvanını taşıyor. Montevideo’ya üç saat uzakta sadece. Ayrıca, Colonia’dan Buenos Aires’e 1,5 saat süren bir feribot yolculuğuyla ulaşmanız mümkün.

“Hacienda” denen çiftlikler, bütün Uruguay’da var. Atlara ve sığırlara biniliyor, geleneksel yemekler yeniyor. “Gaucho” denen Güney Amerikalı kovboy yaşantısı deneyimleniyor. Daha evvel Arjantin seyahatimde bir gün geçirmiştim, orada da var. Ben günübirlik gittim, ama dilerseniz konaklamak da mümkün. Kesin tavsiye, damardan Latin Amerika kültürü.

 

Uzun Uçuş Sonrasında: Hola Uruguay

Kahveler, lokumlar, akideler, beyaz peynir, zeytin, baklava ve simitler alındı. Talia’nın vızıltısına kulaklarımı tıkadım. En eğlenceli gezi programcısı ruhuma büründüm. Brezilya aktarmalı Montevideo seyahatimiz başladı.

Upuzun yolda uçağımız ilerlerken biz de ilişkimizde yollar kat ettik. Nasıl bir yere, nasıl bir çevreye gideceğini bilemeyen yavru kuşum, bir zaman sonra başını omuzuma koymaya başladı. Konuştuk, dertleştik. Benim orada geçireceğim beş günün, onun kalacağı süre düşünüldüğünde hiç önemli olmadığını defalarca anlattım. Üstelik ailelerin kaynaşmasının öneminden bahsettim. Okşadım, sevdim, dua ettim. Birkaç sene evvel olduğu gibi, yine omuzumda uyuttum.

Nihayet, yirmi saat falan sonra, bir gece yarısı Montevideo’ya vardık. Aile tam kadro bizi bekliyordu. Sarıldık, yine ağlaştık. Şehri turlayarak evlerine gittik.

 

Ne Güzel Ülke, Ne Güzel Aile

Benim orada, aileyle geçirdiğim beş gün, muhteşemdi. “Gazeteci baba herşeyi görsün” motivasyonuyla, bütün Montevideo’nun ve iki saat mesafedeki oraların Monaco’su Punta del Este’nin altını üstüne getirdik.

Hep derim, bir yer insanlarla güzel. Şimdi bu aileyle böyle bir dostluk geliştirmemiş olsaydık, eminim bu kadar coşkulu olmazdım. Birlikte et lokantalarına gittik, bit pazarlarında turladık, müzeleri gezdik. Babaannenin Punta’daki evinde unutulmaz bir gün geçirdik. Herkes sardı sarmaladı. Şefkat patlaması, iki ülke arasındaki dostluğu iyice pekiştirdi.

 

Meğer Son Uçakmış

Baktım Talia emin ellerde, baktım Juan “senin kızın, benim kızım; onların güvencesi herşeyden önemli” diyor, iyiden iyiye rahatladım. Kendimi akışa bıraktım. Bir yerlerde bir virüs yayılıyormuş, bazı şehirler karantinaya giriyormuş falan, sanki başka bir dünyanın haberleri. Hiç oralı değilim, hiç üstüme alınmıyorum.

Hatta havaalanında bazı maskeli yolcular görüp şaşırıyorum. “Kızım iyi bir aileyle, şunun şurasında iki aya kalmadan gelecek nasılsa” diye okuduğum kişilik patalojileri kitabına yumuluyorum iyice…

İstanbul’a inerken bir form verdiler. Yine ne olduğunu anlamadan doldurdum. Hasta oldunuz mu, adres, telefon falan. Lay lay eve gittim. Ertesi gün biraz haberlerle haşır neşir olduğumda, olay dank etmeye başladım. Türkiye’ye giriş yapanların karantinaya alınmasıyla endişem arttı. Hala içimdeki iyimser, “yok canım, geçer” diyordu.

Buradan bir hafta sonra Uruguay’daki okullar da kapandı. Öğrenci değişim programı iptal oldu. Herşey bir anda çığ gibi büyüdü. Talia’nın artık geri dönmesi gerekiyordu.

 

Bir Uçuş Olsun Lütfen!

Malum, Uruguay’a direkt uçuş yok. Çağrı merkezi bu durumlarda yardımcı olamıyor. Üç gün THY bürosuna gittim. Her defasında içeri girebilmek için uzun süreler bekledim. Her yapılan rezervasyon, bir süre sonra telefonuma gelen “iptal sefer” mesajıyla sonlandı. Panama, Buenos Aires, Sao Paolo; her bir olası kombinasyon defalarca denendi.

Sonunda, yine Brezilya aktarmalı bir uçuş bulunabildi. Nerede her gün vızır vızır uçan uçaklar? Zorla, orada burada kalanları toplayan bir seferle, Taliş eve döndü.

Kısa kesilen Uruguay macerasından dolayı çok üzgündü. Kaynaştığı Delfi’den, ailesinden, çok sevdiği Montevideo’daki okuldan ayrılmak zorunda kaldığı için de… Ama birşey fark ettim; nedenleri anlayabilecek kadar olgunlaşmıştı sanki. Kızım, 15-20 gün içinde, büyümüştü.