İmza Mücevherlerin Yaratıcısı MICHAEL ROBINSON

İmza Mücevherlerin Yaratıcısı MICHAEL ROBINSON

Bugün sizlere, eski zamanların zarafetini ve ustalığını bugüne taşıyan çok özel bir sanatçıyı tanıtmak istiyorum… David Michael Jewels ismini taşıyan markası ile üretim aşamalarının hepsini kendi elleriyle yaptığı eşi olmayan mücevherler tasarlayan Michael Robinson, sorularımızı yanıtladı.

Boston, Massachusetts’te yaşayan, kendi kü­çük atölyesinde geçmişin izlerini taşıyan, eşi benzeri olmayan mücevherler yaratan usta bir zanaatkâr… ‘David Michael Jewels’ ismi­ni taşıyan bu nadide markanın ardında, Yeni Zelanda doğumlu Michael ve onun tıpatıp benzeri olan ikiz kardeşi David’in izleri var.

Bir zamanlar Avustralya’nın güneşli Gold Coast kıyıla­rında, ailelerinin yanında çalışırken başlayan bu serüven, bugün zamana direnen mücevher hikâyelerine dönüş­müş durumda.

Özel bir stüdyoda, ilk suluboya taslaktan başlayarak mikroskopik taş yerleştirmeye kadar geçen her aşama, Michael Robinson’ın ellerinden çıkıyor. Michael, her yıl sadece birkaç tane, tamamen kendi elleriyle işlediği eşsiz mücevherler üretiyor. Hatta bunlardan bazıları, müzaye­de evlerinde yer bulan parçalar. Dünyanın en nadir taşla­rından biri kabul edilen pembe pırlantalar da Michael’ın tasarımlarından bazılarını süslüyor.

Kelimenin tam anlamıyla Michael dışında kimsenin dokunmadığı, hiçbir aşamasında başka bir ustanın elinin değmediği tasarımlardan bahsediyoruz. Bilgisayar des­tekli tasarımlar, döküm atölyeleri, yardım eden eller… Bunların hiçbiri yok. Her bir metal onun ellerinde biçim, taşlar ise onun sabrıyla tek tek yerini buluyor. Adeta bir kozadan çıkan kelebek gibi, her eser yavaş yavaş, adım adım onun ellerinde can buluyor. Çünkü Michael için önemli olan yalnızca ortaya çıkan parça değil, o parçanın her zerresinde kendi emeğinin izini taşıması. Ancak o zaman, gönül rahatlığıyla adını o eserin üzerine yazabi­liyor. Ve işte bu yüzden, onun mücevherleri sadece takı değil; geçmişe bir selam, bugüne bir mektup, yarına bir hatıra… Şimdi David’ı biraz daha yakından tanıyalım…

 

Mücevher yapımına ilk olarak nasıl başladınız?

Bir bakıma, mücevherin içine doğdum. Babam ben çocukken bir mücevher mağazasını yönetiyordu, sonra kendi mücevher şirketini kurdu. Belleğimde en çok yer eden ilk anılar, ana okuluna gitmeden önce ve hemen sonrasında, mücevher atölyesinde geçirdiğim o büyülü zamanlara ait.

Mücevheri bir sanat formu olarak seçmenize ne ilham verdi?

Çizim yapmayı her zaman çok sevdim, sanatı hep sev­dim. Bu yüzden, sanata olan sevgimle bir şeyler üretme tutkum zamanla iç içe geçti. Peşinden koşmam gereken bir şey olmadı aslında; çünkü sanat ve üretmek, en deri­nimde kim olduğumun ta kendisi.

Tasarımlarınızı en çok kim ya da ne etkiler?

Beni en çok duygularım etkiler. Beni harekete geçiren, yönlendiren hep duygularım olur. Çocukken dikkati­mi çeken güzel şeylerden doğan o mutlu hisler… Belki de bir sakız paketinde gördüğüm tropikal turuncunun o büyüleyici tonuyla içimi ısıtan bir an. İşte tam da bu duygular, bu hisler beni yaratmaya itiyor; kâğıda çizilen bir çizgide ya da metale indirilen bir çekiç darbesinde hissettiklerimi yakalayıp paylaşma isteği veriyor bana.

İlhamınızı nasıl koruyorsunuz ve tasarımlarınızı nasıl taze tutuyorsunuz?

Sadece yapıyorum çünkü başka bir yolu hiç olmadı! Geçenlerde bir arkadaşımla sohbet ederken, yaptığım işe karşı hissettiklerimi anlatıyordum; o da çok doğru bir şey söyledi: ‘Bu senin gerçek çağrın, sadece bir iş ya da kariyer değil.’ Nasıl nefes almak için çaba harcamıyor­sam, yaratıcı ya da yenilikçi olmak için de çaba harca­mıyorum. Ben buyum, her zaman böyleydim. Bu, kim olduğumun ta kendisi.

Sanırım yazmayı da seviyorsunuz ve çalışmalarınızla ilgili günlükler tutuyorsunuz. Bu konuda biraz daha bilgi vere­bilir misiniz?

Atölye günlüklerim benim için çok kıymetli. 2017 yılında, yaratıcı çalışmalarımı bir deftere kaydetmeye başladım ve o günden bu yana her gün bu alışkanlığı sürdürdüm. Sü­rekli çalışıyorum, işim oldukça yoğun. Her günün sonun­da, zihnimi dinlendirmek ve günün temposundan çıkmak için, bir tür meditasyon gibi, defterime yazmaya başla­dım. Amacım, gün sonunda yaratıcı zihnimi biraz olsun susturabilmekti. Sadece tek bir parça üzerinde çalışırım ve o iş bitene kadar devam ede­rim. Bu çoğu zaman, yüzlerce saati bulan ve günlere yayılan bir süreci kapsar. Her günün sonunda ne yaptığımı, hangi aşamanın ne kadar sürdüğü­nü not ederim. Bazen küçük eskizler de çizerim; böylece o günün yaratıcı sürecini daha iyi kayda geçirmiş olurum. Sanatın sürecin ta kendisi ol­duğuna yürekten inanıyorum; bu sayfalar, sanat pratiğimin kendi elimden çıkma birer kaydıdır. Günlüklerim zamanla benim için çok özel bir yere sahip oldu. Çünkü yaptığım tüm mücevherler koleksiyonerlere gidiyor; geriye bana ait fiziksel hiçbir şey kalmıyor. Günlüklerim, ömrüm boyun­ca verdiğim emeğin somut birer kanıtı. Mücevherler bitip başka ellere geçiyor ama benim için asıl kıymetli olan o yapım süreci. Günlüklerimi tutarak, işimin en önemli kısmını, yani ‘yapma’ hâlini, kendime saklamış oluyorum. Ece, senin de bildiğin gibi, bir mücevherin tek bir kişi ta­rafından tasarlanıp tamamlanması çok ender rastlanan bir durum. Hele ki bugün, tasarımın çoğu bilgisayar destekli ve 3D baskı ile yapıldığı bir çağda, el emeğiyle çalışmak neredeyse bir istisna. Bu yüzden ileride bir gün, başkala­rının da günlüklerimi ilginç bulabileceğini umuyorum.

Tasarım sürecine bir fikirle mi başlarsınız yoksa önce malzeme mi seçersiniz?

Fikirler her zaman aklımın içinde… Çizdiğimde ya da bir şey yarattığımda, bunları aklımdan çıkartıp, başkalarının gerçekte göre­bileceği somut bir şekilde ifade etme çabasıdır.

Fikirlerinizi fiziksel parçalara dö­nüştürürken karşılaştığınız zorluklar nelerdir?

Tek zorluk, zamanın sınırlı olması. Ama zaman ve sabırla, hayal ede­bileceğim her şeyi yaratabileceğimi biliyorum.

Zanaatkarlık ile sanatsal ifadeyi eser­lerinizde nasıl dengeliyorsunuz?

Bu benim için kendiliğinden olur; nasıl ki nefes alıp verirken oksijeni dengelemeyi düşün­müyorsam, zanaatkârlıkla yaratıcılığı dengelemeyi de düşünmem gerekmiyor. Bu benim doğamda var; ikisi benim için birbirinden ayrılmaz bir bütün.

Sanırım bir ikiz kardeşiniz var. Okumuştum; ikizler, ara­larında mesafeler olsa bile birbirlerinden etkilenirlermiş. Siz de hiç böyle bir etki hissediyor musunuz? Birbirinize ilham olduğunuz anlar oldu mu?

Evet, David adında bana tıpatıp benzeyen bir ikiz kardeşim var. Aramızda sihirli bir bağ olduğunu söyleyemem ama onu sık sık düşünürüm; sevgi, her zaman ilham kaynağım olmuştur.

Tasarladığınız en sev­diğiniz parça hangisi? Kariyerinize derin etkisi olan özel bir parça ya da koleksiyon var mı?

En sevdiğim parça her zaman üzerinde çalış­makta olduğum parçadır. Yaratım yolculuğunu seviyorum, yaratma eyle­mini tamamlanmış bir parçadan daha çok seviyorum. Bu yüzden şu an ne üzerinde çalışıyorsam o favorimdir.

Müşterileriniz kimlerdir, nasıl insanlardır? Tasarımlarını­zı yaparken nasıl bir kişiyi hayal ediyorsunuz?

Benim izleyicim, el emeğine değer veren, bir tek elden çıkan işin ruhunu hissedebilen insanlardır. Yü­zeydeki parıltının ötesine bakan, yaptığım işe bakar­ken benim yaratırken hissettiğim duyguyu hisseden koleksiyonerlerdir.

Mücevherlerinizi takan kişilerin nasıl hissetmelerini isterdiniz? Estetik güzelliğin ötesinde, insanların eserleri­nizden ne alıp götürmesini umuyorsunuz?

Umarım kendilerini özel ve mutlu hissederler. Birine bunu hissettirebilmek, paylaşabilmek, benim için en büyük onur olurdu.

“Tüm tasarımlarım zihnimde şekillenir. Görsel düşüncelerim hep çok belirgindir; kavramları en ince ayrıntısına kadar sürekli zihnimde işlerim. Dalgınlaştığım anlarda bile, aklım mutlaka bir fikir ya da renk üzerine takılır kalır.”

Belirli bir kişi ya da özel bir olay için mi tasarım yapıyor­sunuz yoksa daha geniş bir kitle için mi?

Tasarım yaparken ve işlerimi ortaya koyarken tamamen o anki hislerime ve ilgimi çeken şeylere kulak veririm. Yaparken bir izleyici kitlesini düşünmem. Yaptığım her parça, zihnimin ve ellerimin içten bir yansımasıdır. Baş­kalarını düşünerek üretmek ya da onlara hitap etmeye çalışmak, bana kendimden uzaklaşmak gibi gelir.

Marka felsefenizi nasıl tanımlar­sınız? Bir slogan seçmeniz gerek­se ne olurdu?

Kendimi bir marka olarak gör­müyorum; ben yalnızca, sanatı kişisel olarak üreten tek bir insanım. Ne çalışanım var ne de dışarıya, başkasına iş veririm. Umarım işlerim kendi adına konuşuyordur. Yaptığım her şey görsel bir motto gibi; dikkatle bakan birinin, içinde beni göre­bildiklerini umuyorum. Tümüyle kendi düşüncemden ve elimden çıkan birer iz onlar.

Tek başına çalışan bir mücevher sanatçısısınız. Bunu özel­likle tercih etmenizin sebebi nedir?

Böylesini tercih ediyorum; bizzat emek vermediğim bir işin üzerinde adımın yazılı olmasını hayal bile edemem. Bu bana sahtekârlık gibi gelir. Bir şeyler üretmeyi sevi­yorum, bu benim işim, hayatım. Başkasının ellerinin ve düşüncelerinin dokunduğu bir işe kendi adımı koymak, sanki ruhumu kirletmek gibi olurdu. Üstelik, bütün o boş zamanla ne yapardım ki sonra?

İnci ve diğer malzemelerle çalışırken tasarım ve tedarik sürecinde sürdürülebilirlik sizin için nasıl bir rol oynu­yor?

Yeni Zelanda’da doğup büyüdüm; dünyaya karşı duy­duğum sorumluluk içgüdüsel bir şekilde içime işlemiş, yaptığım her işe yansımış durumda. Yılda yalnızca beş ila on arası eser üretiyorum ve her biri tek ve eşsiz birer parça oluyor. Sürdürülebilir olmak ve geride küçük bir iz bırakmak benim için neredeyse doğamın bir parçası gibi. Fazlasıyla doğal ve kolay…

Kendi mücevher tasarım çizgine sahip olmanın en anlam­lı, en yüreğe dokunan yanı ne?

Kendi mücevher markama sahip olmanın en kıymetli yanı ne mi? Her gün beni gerçekten mutlu eden işi yapı­yor olmak… İşte en büyük ödül bu!

İşin pazarlama, sosyal medya ve satış gibi yönlerini nasıl yürütüyorsunuz? Hani işin o yaratıcı heyecanın dışında kalan ama bir şekilde hep var olan o taraf?

Bunu da, yine kendim yürütüyo­rum. Pazarlama ya da halkla ilişkiler için başkasıyla çalış­mıyorum. Sosyal medyada paylaşımlar yapıyorum. Ama bunu bir pazarlama aracı olarak görmüyorum, kendimi ifade edebileceğim yaratıcı bir alan ve farklı bir mecra olarak görüyorum. Bir iş insanı olmaktan çok, tam anlamıyla bir sanatçıyım. Ayrıca çok şanslıyım diyebilirim. Satış yapmak için çok bir şey yapmam gerekmiyor, kendili­ğinden gerçekleşiyor diyebilirim. Hatta insanlar bir şey satın alabilmek için fırsat beklemek zorunda kalıyorlar çünkü her şeyi şahsen yaptığım için mücevher sayısı oldukça sınırlı.

Bir tasarımcı olarak, mücevherde lüks kavramının nasıl evrildiğini düşünüyorsunuz ve sizin çalışmalarınız bu evrime nasıl uyum sağlıyor?

Aslında günümüzde lüksün ev­rildiği noktaya üzüldüğümü itiraf etmeliyim; artık gerçek lüksten çok, pazarlama ve iş dünyası öne çıkıyor. Herkes kestirme yol­ları tercih ediyor ve yaratıcılığı bilgisayar destekli tasarım prog­ramlarına, bilgisayar kontrollü 3D yazıcılara devrediyor. Benim işim ise buna karşı bir isyan gibi; çünkü yaratma eylemini hep kendi ellerimde tutuyorum.

Eserlerinizin, sanatınızın önü­müzdeki birkaç yıl içinde nasıl bir dönüşüm içinde olaca­ğını öngörüyorsunuz?

Her şeyi kendi ellerimle yapmaya devam edeceğim, bu asla değişmeyecek.

Mücevher yapımcısı ve sanatçısı olarak kariyerinizde ulaşmayı umduğunuz en büyük hedef nedir?

Ellerim hâlâ tutuyorken, içimde biriken düşünceleri ger­çeğe dönüştürebildiğim kadar dönüştürmek istiyorum.

Mücevher yapımına başlamak ya da kendi tasarımlarını satmak isteyen birine ne gibi önerilerde bulunurdunuz?

Yaptığın işten keyif almıyorsan hiç başlama bile; çünkü bu dünya bir tüketim ürünü daha görmese de olur. Onun yerine, içine ruhunu kattığın, kişisel ve özel bir şey yap. Eski zamanlarda olduğu gibi, anlamı olan bir şey…

Geçmişte, bugün ve daima ilham perileriniz kimlerdir?

Tarihi açıdan önem taşıyan mücevher markalarındaki zanaatkârları düşünmeyi seviyorum. Kapılarının üstünde­ki ünlü isim değil de, asıl işi yapan atölyelerdeki insan­lar… Beni asıl etkileyen, ilham veren ve kendimi yakın hissettiğim kişiler onlar.

Zaman yolculuğu yapma şansınız olsaydı ve geç­mişten bir mücevher tasarımcısı olsaydınız, kim olmayı seçerdiniz?

Bunu yapmak istemezdim, çünkü şu anda yaptığım şeyi o kadar çok seviyorum ki, başkası olma­yı asla istemem.

Koleksiyonlarınızdan satın almak isteyenler için hangi kanallar mevcut?

İnsanlar doğrudan benimle iletişime geçebilirler, eğer yaklaşım samimi ve içtense, yeni bir iş için bekleme liste­sine alınacaklardır.

Röportaj: ECE ERMEÇ ÜSTER  @jewelery.muse