Fransa’nın Orta Çağ Kasabalarında BAHARI KARŞILAMAYA NE DERSİNİZ?

Zamanı zamansız kılan mekanlarda… Geçmişin gölgeleri altında… Zamanda yolculuk yapmaya hazır mısınız?
Yazı ve Fotograflar: Sevcan AKESİ
Tarihi, Kültürel ve Doğal Mirasın Eşsiz Birleşimi: Saint Émilion
Bordeaux bölgesinde hem tarihi hem de şarapçılık mirası ile gezginleri büyüleyen bir Orta Çağ kasabası. Bölgenin teruar çeşitliliği (toprak,iklim ve coğrafi özellikler) dünya çapında tanınan kaliteli şarapların üretimine olanak sağlar. 1999 yılında UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne giren kasaba; Ortaçağ mimarisi, Roma dönemine uzanan şarap üretim geleneği ve tarihi yapıları ile özellikle de Avrupa’nın en büyük Monolitik Kilise’si (Eglise Monolithe) ile ünlüdür. Kasabanın adı ise Antik Druidler’den miras kalmıştır. Alpler’in kuzeyinde var olan Kelt topluluklarındaki bu rahip sınıfı Roma döneminde yok edilmeye çalışılmıştır ama hala izleri kasabada görülmekte.
Kasabaya girişimiz güneşin batmasına yakın tüm kızıllığın etrafı sardığı saatlerdi. Üzüm bağlarındaki yemyeşil asmalar güneşin kızıllığına direniyor, arkada tüm ihtişamıyla pitoresk Monolitik Kilise muhteşem görünüyordu. Yine yüzyıllardır bağcılık yapılan evlerin (Château Ausone, Château Cheval Blanc ve Château Angélus gibi) diğer deyişle şatoların mimarisi bir görsel şölendi. Büyüleyici Saint Émilion’da bu efsanevi şatolarda konaklama şansınız var ve Orta Çağ döneminin parçası olmak çok da hoş bir duygu.
Sanatın lezzetle buluştuğu Saint Émilion’da yeme içme keyfi de teruar ve geleneklere bağlı kalınarak devam ediyor. Nefis peynirler, kaz ciğeri, Grand Cru şaraplar ve makaron…
Gastronomi ve tarihin zarif uyumunun hissedildiği restoranlar… Bağların, güzel yemeklerin, güneş ışığının, dinginliğin ve konaklamak için sıradışı şatoların anısıyla dolu bir tatil keyfi, daha ne olsun.
700 Yıllık Muhteşem Orta Çağ Köyü: Yvoire
Fransa’nın En Güzel Köyleri Derneği’nin bir üyesi olan bu güzel Orta Çağ köyü biraz Fransız biraz İsviçreli. Çünkü tarih boyu bir dönem Fransızlar’ın bir dönem de Cenevreliler’in kuşatması altında kalmış. Köy merkezindeki güzel bahçesi Jardin des Cinq Sens (Beş Duyu Bahçesi) ile ünlü fakat köyün her bir köşesi o kadar güzel çiçeklendirilmiş ki Yvoire zaten başlı başına bir çiçek bahçesi. Köyü gezerken ‘En iyi Çiçeklendirilmiş Köy’ olarak da ödülleri olduğunu öğreniyoruz.
- yüzyıldan kalma Saint Pancras Kilisesi’nin ilginç kulesi köyün her yerinden bizi takip ediyor.
Bir diğer ilginç yapı da 14. yüzyıldan kalma Yvoire Şatosu. Şatoyu gezmek mümkün değil çünkü Bouvier Ailesi’ne ait özel bir mülk. Göl kıyısında heybetli yapısıyla muhteşem görünüyor. Cenevre Gölü’nde (Lac Leman) bu güzel çiçekli Orta Çağ köyüne sefer yapan yandan çarklı vapurlar da ayrı bir keyif. Cenevre Gölü’nün büyüleyici manzaraları eşliğinde Cenevre’den Yvoire’a vapurla gitmiştik. Belle Epoque Kürekli Vapuru olarak adlandırılan vapur, göl kıyısındaki yerleşimlere uğrayarak güzel bir ring tur yapıyor.
Fransız Rivierası’nın En Romantik ve Pitoresk Orta Çağ Köyü: Èze
Akdeniz’in en muhteşem koylarından birine bakan kartal yuvası Èze, 427metre yükseklikte, Avrupa’nın en yüksek köyü. Dik uçurumları, Orta Çağ’dan kalma şatoları ve evleri, egzotik kaktüs bahçeleri ve bahçeyi süsleyen kadın heykelleriyle büyüleyici. Her köşesinin tarih koktuğu granit taş döşeli dar sokakları, eski taş duvarları süsleyen tahta kapıları, bu güzelliklerin içindeki sanat galerileri, küçük butikleri, tarihle lezzeti birleştiren restoranları, hediyelik eşya dükkanları ve Cap Ferrat’nın mavi ufuklarının seyredildiği olağanüstü büyülü manzaralar… İşte Èze…
Geçmiş zamanın sırlarının gün yüzüne çıktığı köydeki Şato Èza, misafirlerini hayranlık içinde bırakıyor. 1920 yılında İsveç prensi William, babası Kral Gustave V ile Èze’ye ilk ziyaretini yapmıştı. Köyün cazibesi ve kendisine ilham kaynağı olması onu büyülemiş, üç yıl sonra tekrar Èze’ye dönüp köyün en güzel mekanını satın alarak buraya Şato Eza ismini vermişti. Ve 30 yıl bu şatoda yaşayıp, buranın ilham dolu havasında çok güzel eserlere imza atmıştı. 400 yıllık şato bugün romantik bir lüks otel olarak hizmet vermektedir. Kayalık tepelerin muhteşem büyülü manzarasına ev sahipliği yapan şatoda kalmasanız bile bir yemek yemeli, kahve içmelisiniz.
Stratejik konumu nedeniyle yüzyıllar boyunca birçok medeniyetin işgaline uğrayan Èze, 16. yüzyılda Kanuni Sultan Süleyman tarafından alınmış daha sonra 18. yüzyılın başlarında XIV. Louis’nin askerleri tarafından yağmalanmıştır. 19. yüzyılda stratejik konumu önemini yitirse de Èze’nin panoramik manzarası, serin ve berrak havası, zamanın durduğu mekanlar; kültürlü gezginleri, aristokratları, yazarları ve sanatçıları buraya çekmeyi başarmıştır. Provence’a duygusal olarak bağlı heykeltraş Jean-Philippe Richard da 2004’te ‘Yeryüzü Tanrıçaları’ adını verdiği 20 adet kadın heykelini egzotik kaktüs bahçesine yerleştirilmek üzere yapmıştır. Ziyaretçiler tarafından çok beğenilen heykeller, sanat, doğa ve tarih üçlemesinin bir parçası olmuştur.
Orta Çağ’ın Muhteşem Ambiyansı ile Taçlanan Şehir: Carcassonne
Şehre doğru yaklaşırken daha çok uzaklardan şehrin ihtişamlı kapısı, surları ve kukuletalı kuleleri insanı büyülüyor. Gerçekten bambaşka bir dünyaya adım attığınızı hissediyorsunuz. Zaman aniden geriye sarılıyor ve kendinizi ortaçağın derinliklerinde hissediyorsunuz. Time dergisinin, “Orta Çağ filmlerine set olacak bir şehir varsa, burası Carcassonne’dır” dediği kadar var.
Ziyaret edilmesi gereken yerlerin başında Cathar Kalesi geliyor. Kale, 53 kule ile çevrili. 12. yüzyılda yapılmış, Orta Çağ’da Haçlı Seferleri sırasında korkunç savaşlara sahne olmuş, ülkenin en etkileyici surlarına sahip ve 1997 yılında UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne alınmıştır. Robin Hood ve birçok Orta Çağ filminin çekildiği yer olarak ünlenmiştir. Walt Disney’in de Uyuyan Güzel’ine ilham kaynağı olduğu söylenmektedir.
Şehrin gündüz ayrı güzel, gece ayrı güzel olduğunu da söylemeden geçemeyeceğim. Akşamını da mutlaka yaşamak lazım. Çünkü gecenin erken saatlerinde parlament mavisi gökyüzüne, sarı ışıklar altında Carcassonne çok yakışıyor. Carcassonne aynı zamanda bir şarap destinasyonu ve iyi şarapların buluşma noktasıdır. Bölgede üzüm yetiştiriciliği çok eskidir.
MS 1. yüzyılda yazılmış Romalı tarihçi Titus Livius’un yazılarında da bölgeden bahsedilmiştir.
Bulutların Üzerinde Bir Köy: Cordes-Sur-Ciel
Köy adını Orta Çağ’da burada yaşayan varlıklı Cordes ailesinden almıştır. Gotik tarzdaki köyün en güzel binası Cordes Ailesi’nin evidir ve bugün müze olarak kullanılmaktadır. Gazeteci yazar Jeanne Ramel-Cals da bu köyü sevdiği için burada yaşamış ve tepeyi çevreleyen bulutlara atıfta bulunarak köye Cordes-sur- Ciel (bulut) demiştir. Geçmişin yaşayan izlerini takip etmek için inanılmaz bir fırsat. Dik yokuşları, arnavut kaldırımı daracık sokakları, Orta Çağ’dan kalmış bozulmamış evleri ve pazar yeri ve hatta pazarın içindeki kuyusu ile gezginleri kendine hayran bırakan Fransa’nın en güzel köylerinden biri.
Şehir kapısından girer girmez Orta Çağ’ın o mistik yapısı ile karşı karşıya kalıyorsunuz. Biraz ilerlediğinizde görkemli kilisesi, pazar yeri ve gotik mimarisi ile Cordes ailesinin evi Maison du Grand Veneur’ü görüyorsunuz. Bir de küçük arkeoloji müzesi var. Sokak aralarıdaki modern heykeller de Cordes-sur-Ciel’in güzelliğine güzellik katıyor. Kaldığımız otel de aslında bir Orta Çağ eviydi. Kapısı, merdivenleri, tavanı, çatı arası, pencereleri,camları, panjurları ile harikaydı. Bu otelde geceyi geçirip de Kül Kedisi ve Uyuyan Güzel ile karşılaşmamak mümkün mü?
Cenevre Kontları’nın Merkezi: Annecy
En etkileyici Orta Çağ yapısı, Palais de L’Île. 12.yy’dan kalma bu taş ev, bir zamanlar hapishane olarak kullanılmış, bugün ise Annecy tarihine ışık tutan bir müze. Kanal boyunca en güzel manzaranın yakalandığı yer.
Annecy ve gölü gerçekten de muhteşem dağlar ve muhteşem geçitlerle çevrilidir. Bu konfigürasyon, tatilcilere her beceri seviyesine uygun çok sayıda dağ sporunu yapma ve Alpler’in fauna ve florasını keşfetme fırsatı sunuyor.
Thiou nehri ve kanallar tarih boyunca olduğu gibi bugün de Annecy’ye olağanüstü bir güzellik katıyor.
Thiou’nun göle açılan ağzında ise, yolcu gemileri sizi sularında kaçırılmayacak bir tura çıkarmak için bekliyor.
Bozulmamış Lac d’Annecy kıyısındaki Paccard dökümhanesinde dökülen çanlar ise tüm dünyada çalınır. Fransa’daki son çan dökümhanelerinden biri olan Paccard işletmesi 18. yüzyılın sonlarından beri dünyanın en güzel çanlarını üretiyor ve aile geleneğini bugün de sürdürüyor.
Bu güzel şehirde Jean-Jacques Rousseau için de söylenecek bir şeyler var. 1728’de 16 yaşında iken Cenevre’den kaçarak bu şehre sığındı. Neden derseniz, büyük destekçisi ve vekil annesi Madame de Warens ile tanışmak için.
Bordeaux Bağlarının Kalbindeki Güzel Kasaba: Cadillac-Sur-Garonne
Tarihsel ve coğrafi bağlamda önemli bir mirasa sahip Cadillac, Amerika Birleşik Devletleri’nde bir otomobil markasına ilham kaynağı olduğu gibi, Michigan Eyaleti’nde de bir şehre isim olmuştur.
Kasabanın en güzel yapısı ise, Cadillac Şatosu. Garonne Nehri kıyısında Épernon Dükleri’nin bu görkemli şatosu 17. yüzyılın başlarında inşa edildiğinde Fransız rönesans mimarisinin ilk örneklerinden biriydi ve o dönem Louvre ile boy ölçüşebilecek ihtişamda olduğu söyleniyordu. Zengin iç dekoru, boyalı panel ve tavanları, mermer ve özel taşlardan yontularak yapılmış muhteşem şömineleri, 30’dan fazla dönem duvar halıları dikkat çekiciydi.
- yüzyılda gerçek bir tören sarayı olan bu şato, iki farklı tarihi içinde barındırıyor.
Büyüleyici bir lordun göz kamaştırıcı dükalık sarayından, Fransa’nın ilk kadınlar hapishanesine…
Cadillac Şatosu 1634 yılında yapıldığında onu nasıl karanlık bir tarihi gelecek bekliyordu? Kim bilebilirdi? Éperon Dükleri’nin görkemli şatosunun karanlık tarafı kadın haklarıyla yakından bağlantılıdır. Yıllarca karanlıkta kalmış ve unutulmuş olan kadın hakları meselesi…
8 Mart Dünya Kadınlar Günü vesilesi ile 130 yıllık karanlık geçmişe biraz değinmek isterim. Fransa’nın ilk kadınlar hapishanesi olması, 100 yıl boyunca 10 binden fazla kadının gözaltına alınması, kadınlara yönelik çok kötü muamelelere rağmen hapishanenin düzen ve sükunetin hüküm sürdüğü basit yatılı okullar gibi gösterilmek istenmesi, daha sonra genç kızlar için bir ıslah evinin açılması, şatonun karanlık geçmişinden kesitler.
1789 Fransız Devrimi’nden sonra ülkedeki birçok şato korunaklı mimarileri nedeniyle hapishaneye dönüştürüldü. Cadillac Şatosu da bu dönüşümden nasibini alanlardandı. 1822 yılında kadınların toplumdan tecrit edilmesi ve sözde disipline edilmesi amacıyla kadın cezaevi olarak kullanılmaya başlandı. 19. yüzyılda kadınların cezalandırılması ve rehabilitasyonu için önemli bir merkez haline geldi. Neyse ki kadın mahkûmların çocukları ile birlikte kalmalarına izin veriliyordu.
Şato, Fransa’daki kadın hapishanelerinin tarihine dair önemli bir başlangıç noktasını oluşturuyor. 20. yüzyılın başında ‘Kız Çocuklarını Koruma Okulu’ ve ‘Islah Evi’ adı altında bir çocuk hapishanesi oluşturuldu. Kız çocuklar, tavan arasında tavuk kafesi gibi hücrelerde korkunç yaşam koşullarına katlanıyorlardı. Demir disiplinin hüküm sürdüğü hapishane şatosunda sessizlik ve amansız kurallar uygulanmaktaydı. Ülkede çocuk hapishanelerini kınayan kampanyaların başlaması üzerine Adalet Bakanlığı, Paris’ten ünlü bir fotoğraf stüdyosuna (Henri Manuel) cezaevindeki kızların günlük yaşamlarından kesitleri, onlara ne kadar iyi davrandıklarını ve kurtuluş yolunda olduklarını göstermek için pozlar verdirerek olayları örtbas etmeye çalışıyordu.
Bugün şato, hem 17. yüzyılın ihtişamına hem de 130 yıllık bu hapishanenin acı gerçekliğine tanıklık ediyor.
1952’de iki öğrencinin intihar etmesi ile bu 130 yıllık cezaevi dönemi nihayet sona erdi. Artık kapanmasının zamanı da gelmişti… 2018 yılında Ulusal Anıtlar Merkezi şatonun çatı katını halka açarak bu karanlık geçmişi o dönemin fotoğrafları ile sergilemeyi başardı. O amansız dönemde yaşananlara dair çok değerli bir tanıklık. Hiçbir acı geçmişin saklanamayacağının canlı göstergesi.
Maalesef günümüzde de hala hapishane izlerini taşıyan ve hapishane turları düzenlenen bu şato Épernon Dükü’nün şu sözü ile parlamaya devam ediyor, “İnsan en çok sıkıntılarda parlar.”
Tarih profesörü Michelle Perrot’nun analizlerinden yola çıkarak, “Suçluluğun tarihi erildir, oğlan çocuklarını ilgilendirir ve erkekler tarafından yazılmıştır.” Burada da durum aynen böyle olmuştur. Öğrencilere yönelik fiziki kötü muamelenin gözler önüne serilmeden, cezaevinde düzen ve sükunetin hüküm sürdüğü basit yatılı okullar gibi gösterilmek istendiği aşikardır.
Daha sonra yazılan yazılarda da (Sophie Mendelsohn) kurumun kadın cinselliğinin yarattığı tehlike karşısında yaşadığı paniği ve sapkınlıkları vurguluyor.
Şatoda Molière’in izlerine de rastlamak mümkün. Molière, 1646-1648 yılları arasında üyesi olduğu tiyatro topluluğun hamisi olan Épernon Dükü Bernard de Nogaret de La Valette’in şatosunda zaman geçirip, oyunlar sahnelediğine ait somut kanıtlar olmasa da tarihsel kanıtlar mevcut. Molière o sıralarda kariyerinin başlarında idi ve sanatsever dük tarafından Cadillac Şatosu’nda ağırlanıyordu.
İlginç hikayeleri acı tatlı yaşanmışlıkları ile Fransa ve bahara merhaba…