Pal Sokağı Çocuklarının İzinde Budapeşte BİR ŞEHRİ EDEBİYATLA KEŞFETMEK

Pal Sokağı Çocuklarının İzinde Budapeşte  BİR ŞEHRİ EDEBİYATLA KEŞFETMEK

Macar yazar Ferenc Molnár’ın gözünden Budapeşte’yi keşfetmeye ne dersiniz?

Dünya edebiyatının unutulmaz eserlerinden biri olan ‘Pal So­kağı Çocukları’, Macar yazar Ferenc Molnár’ın kaleminden 1907’de hayat buldu. Bir çocuk kitabı olmanın ötesin­de, dostluk, sadakat, vatan sevgisi ve çocukluğun masum mücadelesini işleyen bu eser, dünya klasikleri arasında hak ettiği yeri almış durumda. Pek çok dile çevrilmiş, milyonlarca okuyucunun kalbine dokunmuş bu kitap, aslında bize sadece bir hikâye anlatmıyor; aynı zamanda Budapeşte’nin sokaklarını, meydanlarını, çocuk kahkaha­larını ve o dönemin ruhunu da aktarıyor.

Ben de geçtiğimiz Kasım ara tatilinde ailemle birlik­te Budapeşte’ye yolculuk ettim. Yanımda çocuklarım varken, ‘Pal Sokağı Çocukları’ kitabının geçtiği yerle­ri görmek bambaşka bir anlam kazandı. Józsefváros semtindeki Pal Sokağı Parkı’nda Nemecsek’in heykeline dokunurken, onların da kitaptaki oyun heyecanını hisset­tiğini gördüm. Ben de Budapeşte’yi gezerken bu kita­bın satırları aklımda yankılandı. Çünkü romanın geçtiği sokaklar, meydanlar ve oyun alanları hâlâ şehrin bir par­çası. Nemecsek’in saf yüreği, Boka’nın liderliği, Geréb’in ikilemleri adeta Budapeşte’nin dokusunda hâlâ yaşamaya devam ediyor. Bir zamanlar çocukların özgürce koşup oynadığı o boş arsa, artık modern binaların arasında kalsa da, orada kitaba adanmış küçük bir park ve heykel grubu var. Çimlerin üzerine oturmuş, kendi dünyalarına dalmış bronzdan yapılmış çocuk heykelleri, Molnár’ın ölümsüz kahramanlarını günümüze taşıyor. Yanına otu­rup kısa bir mola verdiğinizde, sanki siz de ‘Pal Sokağı Çocukları’nın oyununa katılmış gibi hissediyorsunuz.

Büyük bir şanstı ki, ziyaretimiz Noel pazarının açılışı­nın ilk gününe denk geldi. Şehrin meydanlarını doldu­ran ışıklar, tarçınlı şarap kokuları ve rengârenk stantlar Budapeşte’yi adeta bir masal diyarına çevirdi. Şanslı olan okurlara tavsiyem: Ziyaret tarihleriniz Kasım ara tatiline veya Noel pazarı açılışına denk gelirse, bu büyülü atmos­feri mutlaka yaşayın. Hele ki sonbahar, Budapeşte için başlı başına bir romantizmdir. Sararmış yapraklarla kaplı Tuna kıyısı, akşamüstü ışıklarıyla altın gibi parlayan şehir manzarası insanı kendine âşık ediyor. Biz Aziz Stefan Bazilikası önündeki pazarı tercih ettik. Budapeşte’nin simgelerinden biri ola bu mimari yapıt, hem mimarisi hem de içindeki detaylarıyla büyüleyici bir yapı.

Elbette Budapeşte yalnızca ‘Pal Sokağı Çocukları’nın izinden ibaret değil. Şehir, adım attığınız her yerde tarih ve kültürle sizi sarıyor. Bizim rotamızda ilk durak Buda Kalesi oldu. Şehre yukarıdan bakan, tarihiyle olduğu kadar manzarasıyla da büyüleyici bir yer burası. Kale’nin yüksek teraslarından görünen panoramik manzara, Tuna’nın iki yakasını birbirine bağlayan Zincir Köprü ile tamamlanıyor. Buda ve Peşte’yi birleştiren, gece ışıklan­dırmalarıyla büyüleyici bir köprü. Tabii ki buradaki en çarpıcı yapıt Parlamento Binası. Budapeşte’nin simgesi, gün batımında ışıkların binaya vurması adeta bir tablo gibi. Kale’nin hemen yakınındaki Balıkçı Tabyası, peri masalını andı­ran mimarisiyle en fotojenik nokta­lardan biri. Burada yer alan Matthi­as Kilisesi ise hem iç dekorasyonu hem de tarihî önemiyle etkileyici bir ziyaret noktası. Tabyanın hemen yanında, göz alıcı vitraylarıyla ruhu besleyen bir durak. Ayrıca farklı bir deneyim için Kale Fünikülerini tavsiye ederim. Tuna kıyısından ka­leye çıkarken nostaljik bir yolculuk sunuyor.

Gezi sırasında bir başka durak da Ülloi út. Kitapta da adı geçen bu cadde, Budapeşte’nin en eski ve en uzun caddelerinden biri. Bugün tramvayların geçtiği, kafelerin sıralandığı, modern hayatın aktığı bir yer ama Molnár’ın satırlarını hatırladığınızda, birden geçmişle bugün üst üste biniyor.

Budapeşte edebiyatla yoğrulmuş bir şehir. Tuna kıyısında yürürken ya da Andrássy Bulvarı’ndan geçerken, şehrin taşlarına işlemiş bu kültürel mirası hissediyorsunuz.

Hemen yakınlarındaki Alışveriş ve yerel tatlar için ise Budapeşte Merkez Hali iyi bir adres. Burada Macaristan’a özgü paprika, salam ve tatlı çeşitlerini bulmak mümkün. Ayrıca tarih meraklıları için Macar Ulusal Müzesi, ülkenin geçmişine dair zengin bir içerik sunuyor.

Budapeşte aynı zamanda kaplıca­larıyla da ünlü. ‘Avrupa’nın kaplıca başkenti’ ünvanını hak ediyor. Biz de klasik bir deneyim için Gellért Hamamı’nı tercih ettik. Termal sularında yüzerken şehrin başka bir yüzünü keşfetmek, yüzyıllardır sü­regelen bir geleneğin parçası olmak gibiydi.

Daha dingin bir gün geçirmek isteyenlere Margaret Adası’nı mut­laka öneririm. Tuna’nın ortasında yemyeşil bir vaha gibi duran ada, yürüyüş yolları ve huzurlu atmosferiyle şehri keşfetme temposuna güzel bir mola verdiriyor.

Şehrin modern yüzünü görmek isteyenler için ise mut­laka Ruin Bars deneyimini yaşamak gerek. Terk edilmiş binaların içine kurulmuş bu barlar, alternatif sanat eserle­ri ve bohem atmosferleriyle Budapeşte’nin genç ruhunu temsil ediyor. Bar çıkışı karnınız acıkırsa hemen yanında­ki sokak lezzetleri mekanları bir harika!

Ve kitap bir kahve molası için gittiğimiz New York Café’de bitti. ‘Dünyanın en güzel kahvesi’ ünvanına sahip New York Café, Budapeşte’deki en özel duraklardan biri. Tavan süslemeleri, altın varaklı detayları ve tarihi atmos­feriyle adeta bir sarayın içinde kahve içiyormuş hissi veriyor. Ailemle burada otururken, sanki bir edebiyat salonunun parçası olmuştuk. Belki Molnár da bir zaman­lar benzer bir masada hayallerini kaleme almıştı.

“Budapeşte’yi gezerken ‘Pal Sokağı Çocukları’ satırları, adeta şehrin taşlarına, köprülerine ve meydanlarına işlenmiş gibi hissediliyor. Benim için bu yolculuk, sadece bir turistik gezi değil; edebiyatın, tarihin ve çocukluğun büyüsünü ailemle paylaşma fırsatı oldu.”

Son Söz: Edebiyat ve Şehir Arasında Bir Köprü

Budapeşte’yi gezerken ‘Pal Sokağı Çocukları’ satırla­rı, adeta şehrin taşlarına, köprülerine ve meydanlarına işlenmiş gibi hissediliyor. Benim için bu yolculuk, sadece bir turistik gezi değil; edebiyatın, tarihin ve çocukluğun büyüsünü ailemle paylaşma fırsatı oldu.

Budapeşte zaten edebiyatla yoğrulmuş bir şehir. Tuna kıyısında yürürken ya da Andrássy Bulvarı’ndan geçer­ken, şehrin taşlarına işlemiş bu kültürel mirası hissediyor­sunuz. Molnár’ın anlattığı dostluk ve mücadele hikâyesi, aslında Budapeşte’nin ruhuyla birebir örtüşüyor. Tarih boyunca zorluklara göğüs geren ama daima yaşam ener­jisini koruyan bir şehir burası.

Eğer siz de yolunuzu Budapeşte’ye düşürürseniz, hem şehrin hem de kitabın büyüsüne kapılmaya hazır olun. Çünkü burası sizi, sadece bir turist olarak değil, bir öykü­nün kahramanı olarak da karşılayacak.

“Budapeşte aynı zamanda kaplıcalarıyla da ünlü. ‘Avrupa’nın kaplıca başkenti’ ünvanını hak ediyor. Biz de klasik bir deneyim için Gellért Hamamı’nı tercih ettik. Termal sularında yüzerken şehrin başka bir yüzünü keşfetmek, yüzyıllardır süregelen bir geleneğin parçası olmak gibiydi.”

Üç Günlük Budapeşte Rota Önerisi

Eğer Budapeşte’yi bizim gibi kısa bir tatilde gez­meyi planlıyorsanız, işte üç güne sığdırabileceğiniz, hem edebiyatın hem de şehrin ruhunu taşıyan bir program.

  1. Gün – Buda’nın Tarihi ve Masalsı Manzaraları

Kale Füniküleri ile şehri yukarıdan keşfe başlayın.

Buda Kalesi ve çevresini gezin.

Matthias Kilisesi ve Balıkçı Tabyası’ndan Tuna Neh­ri ve Parlamento manzarasını izleyin.

Akşamüstü Gellért Hamamı’nda termal sularda dinlenin.

Akşam yemeğinde geleneksel bir Macar restoranın­da gulaş (Macar mutfağının simgesi) deneyin.

  1. Gün – Peşte’nin Işıltısı ve Pal Sokağı Çocukları

Sabah Parlamento Binası turuna katılın.

Öğle vakti Pal Sokağı Parkı’nda Molnár’ın kah­ramanlarıyla buluşun; çocuklara kitaptan pasajlar okumak için ideal an.

Ardından Aziz Stefan Bazilikası’nı ziyaret edin.

Öğleden sonra Budapeşte Merkez Hali’nde alışveriş yapın ve sokak lezzetlerinden lángos (Sarımsaklı, peynirli kızarmış hamur; sokak lezzetlerinin yıldızı.) tadın.

Akşamüzeri Ruin Bars’ın alternatif atmosferini de­neyimleyin.

  1. Gün – Kültür, Sanat ve Tatlı Kaçamaklar

Sabahınızı Macar Ulusal Müzesi’ne ayırın.

Öğle sonrası yürüyüş için Margaret Adası’na geçin; çocuklar için ideal bir nefes alma noktası.

Kahve molası için ihtişamlı New York Café’de oturun.

Akşamüstü Noel pazarı (eğer sezonda gittiyseniz) veya Tuna kıyısında yürüyüşle gezinizi tamamlayın.

Son akşam yemeğinizde mutlaka kürtoskalács (tar­çın kokulu, tatlı bir hamur lezzeti) ve yerel şarapları deneyin.

YAZI VE FOTOĞRAFLAR: MURAT MALLI

@birmuratmallikolayyetismiyor